Geçenlerde Almanya’daydım.
Herkes Türkiye’deki “diktatörlüğü” sordu.
“Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesine sırf Erdoğan’ı eleştiriyor diye el koyulması” ve “Can Dündar’ın sırf muhalif fikirler serdettiği için tutuklanması”ndan girip “Kürtlerin bombalanması”ndan çıktılar.
Deve olsalardı “Nereniz eğri” diye sorup “Nerem doğru ki” cevabını alırdım.
Yanlış bilgileri düzeltmekten dilim kurudu.
***
Alman basını, Zaman’a kayyım atanmasıyla ilgili haberlerde Paralel Devlet Yapılanması meselesine ya hiç girmiyor veya onu teğet geçiyor.
Konunun, kendine muhalif veya potansiyel muhalif olarak gördüğü sayısız insanı türlü çeşit komplolarla zindana tıkan yahut başka yollarla etkisiz hale getiren ve “Selam Tevhid Terör Örgütü” tezgâhıyla yüzlerce aydını, bürokratı, siyasetçiyi, gazeteciyi “terörist” yaftasıyla derdest etmeye hazırlanırken suçüstü yakalanan illegal bir örgütle alâkalı olduğunu ilk kez benden duydu muhataplarım.
Can Dündar’a açılan davanın fikirle zikirle değil devletin gizli bilgilerinin ifşasıyla alâkalı olduğunu da ilk kez benden duydular.
Bu arada, Almanya’da terör örgütü DHKPC’ye ait bir derginin yasaklandığını ve ilgili kararın bizzat Dışişleri Bakanı Steinmeier tarafından duyurulduğunu hatırlatmayı ve “Bizimkiler Zaman konusunda o kadar ileri gitmediler daha. Zaman yasaklanmadı ve prensipte sahiplerine iade edilmesi mümkün” demeyi de ihmal etmedim.
Can Dündar meselesinin Julian Assange meselesine benzetilebileceğini de söyledim tabii.
Dündar’ı tutuklu yargılayarak kahramanlaştırmayı ve yerlerde sürünen Zaman’ı kayyım ve biber gazı marifetiyle Batı’daki en popüler ve muteber Türk markası haline getirmeyi ne kadar yanlış bulduğumu kendime sakladım ama.
***
Ve Kürt meselesi…
Paris bombacılarına düzenlenen operasyonları Araplara saldırı gibi görmek ne kadar mantıklı olursa, PKK’ya düzenlenen operasyonları Kürtlerin bombalanması olarak görmenin de ancak o kadar mantıklı olduğunu belirttikten sonra uzun uzun Kürt meselesinin tarihini ve PKK’nın nereden gelip nereye gittiğini anlattım.
Tahmin edeceğiniz gibi, Kürtlerin gasp edilen haklarını bir bir iade eden / etmekte olan iktidarın Erdoğan iktidarı olduğunu da ilk kez benden duydular.
Öyle böyle adamlardan değil, entelektüel adamlardan bahsediyorum ha!
Onların bile bilmediği Türkiye gerçeğini sokaktaki Hans veya Helga nasıl bilsin?
Almanya, Avrupa, Amerika bir yana…
Başbakan Davutoğlu’nun Ürdün gezisine katılan Diriliş Postası Ankara Temsilcisi Saim Tut’tan duydum: Ürdünlü bir devlet adamı, Türkiye’de Kürtlerin de seçilme hakkının olduğunu ve Meclis’te Kürt vekillerin de bulunduğunu yeni öğrenip şaşırmış!
***
Bilinçli dezenformasyon tabii ki var ve olmaya devam edecek.
Batı’da yahut Arap âleminde hakikati çarpıtmayı meslek edinen haber ajansı, gazete, haber televizyonu kılıklı manipülasyon odaklarından geçilmiyor.
Bununla beraber, Türkiye ile ilgili yalan yanlış haberleri sırf bağımlı oldukları ajanslar öyle geçtiği için kullanan, o haberlerde işlenen konuları bir de bizden dinlemeyi ve kafalarına yattığı takdirde bizim zaviyemizden de sunmayı reddetmeyecek olan medya organları da yok değil.
Manipülasyon imparatorluğunu yıkamasak da onun surlarında gedikler açabiliriz.
Denedik mi bunu?
Ne kadar denedik?
***
Devasa bir hariciye ordumuz var; sayısız elçimiz, basın ataşemiz...
Üstüne bir de Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’müz var.
Birçok memlekette Yunus Emre Kültür Merkezlerimiz de var.
Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’miz bile var.
Var mı?
Varsa, Türkiye konusunda böylesine korkunç bir cehalet nasıl kol gezebiliyor Allah aşkına?
NOT: Kemal Öztürk’ün genel müdürlüğü döneminde başlayan açılımlarla Balkanlar’da ve Arap âleminde hakikate hatırı sayılır mevziler kazandıran Anadolu Ajansı’nın yeri ayrı.