Donald Trump’a kadar gitmeye gerek yok, burada kapı gibi Kılıçdaroğlu var. Fetihlerle, göçlerle, hicretlerle, halkların iç içe geçişiyle vücuda gelen bu vatan-milletin önde gelen bir siyasetçisi “(Avrupa Birliği’ne) 6 milyar avroyu biz verelim, tüm Suriyelileri, Pakistanlıları, Afganları onlar alsın” diye konuşabiliyorsa, Almanya’da yabancı düşmanı AfD (Alternative für Deutschland / Almanya için Alternatif) partisinin yükselişini yadırgamadan evvel de dönüp kendimize bakmalıyız. Utanmazsak yazık bize.
***
Kılıçdaroğlu, İsmet Özel’in Türkçe ezan(!)ı tanımlayışı gibi “binlerce yılın yabancısı bir ses”tir bu topraklarda. Başında bulunduğu CHP, kurulduğu günden beri o korkunç yabancılığın partisidir. Kardeşi kardeşe öyle yabancı ve düşman eder ki, Almanya’daki yabancı düşmanlığı onun yanında pek hafif kalır. Kamuoyu yoklamalarına göre AfD’nin oyu yüzde 10’larda. CHP ise, seçim kampanyasında Kılıçdaroğlu’nun “Suriyelileri ülkelerine geri göndereceğiz” diye konuşmasına rağmen halkın dörtte birinden oy alabildi. ‘Bize ne Suriyelilerin dramından? Bombaların altına geri dönsünler!’ dedirtebildi bu toprakların milyonlarca çocuğuna. Üstelik, Almanya’dakinden farklı olarak bizde yabancılar değildir yabancı düşmanlığının konusu; yabancı nazarıyla bakılan öz kardeşler, tarihtaşlar, hemşerilerdir.
***
Antep’le Halep’in ayrı olduğunu kim söylemiş? İngiliz Sykes ve Fransız Picot, Antep’le Kilis’in arasına sınır çizseydi bunlara iki ayrı ülkenin şehirleri nazarıyla mı bakacaktık? Bunu almayan havsalamız, Türkiye’yle Suriye’nin iki ayrı ülke olduğunu nasıl alabiliyor? Türkiye’nin Türk’ü ile Suriye’nin Arap’ını ayrı gören bir ırkçı olabilirsiniz, fakat bu bile Türkiye-Suriye sınırı denilen şeyi makbul saymanızı mazur göstermez. Türk-Arap sınırından ibaret değil ki o ‘sınır.’ Aynı zamanda Türkmen’le Türkmen’i, Kürt’le Kürt’ü, Arap’la Arap’ı da ayırıyor; köylerin ortasından geçiyor, aileleri ikiye bölüyor. Emperyalistlerin kestiği bu absürt raconu nasıl kabul edersiniz?
***
Bize hicret eden bir mazluma sürur vermemiz için o mazlumla aramızda bir ünsiyetin olması gerekmez. New York’taki Hasidik Yahudiler bir gün “ABD hükümetinin baskılarına dayanacak gücümüz kalmadı, Türkiye’ye hicret ediyoruz” deseler, onlara da can u gönülden “Buyurun” diyebilmeliyiz; geçmişte Haçlılardan kaçan Endülüs Yahudilerine yahut Rus mezaliminden kaçan Polonyalılara dediğimiz gibi. Bu şimdi bir yana. Suriye’nin durumunun çok farklı ve çok özel olduğunu, Suriye derken yabancı bir memleketten bahsetmeyip düpedüz kendi ülkemizden bahsettiğimizi, Suriyeli muhacirlerin kendi ülkemizin çocukları olduğu gerçeğini hatırlamadığımız müddetçe emperyalistlerin oyununa geldiğimizi ayrıca ve önemle belirtme gereğini duyuyorum, çünkü Suriyeli muhacirlere sahip çıkan halk çoğunluğu da böyle yapmakla aslında kendi ülkesinin halkına -yani kendi kendine- sahip çıktığının farkında değil. ‘Başkalarına’ yardım ettiğini zannediyor. Emperyalistlerin çizdiği yapay sınırlar bölge haritasını şekillendirmekle kalmayıp zihnimizi de şekillendirdi. Bu manada Türkiye’nin genel olarak CHP’lileştiğini söyleyebiliriz.
***
Dün bu gazetede Mehmet Yalçın Yılmaz yazdı: ‘Suriyeli muhacirlerin çocuklarına okullarda hem Türkçe hem Arapça öğretilsin ki gelecekte Türkiye-Suriye kaynaşmasına hizmet etsinler.’ Ne güzel bir gündem maddesi. Suriyeli muhacirleri bağrımıza basmamız yetmez, vicdansız CHP’yi tel’in etmemiz de yetmez; bu topraklara giydirilen deli gömlekleri olan ulus devletlerden kurtulup, daha dün diyebileceğimiz yakın bir geçmişe kadar aynı bayrak altında asırlarca beraber yaşadığımız ve kendi irademizle ayrılmadığımız Suriye’yle birliğimizi, birlikten doğan kuvvetimizi yeniden üretmek için gayret de göstermeliyiz. Evvela, topluma bu ihtiyacı hissettirecek birlik şuurunu yeniden inşa etmemiz lazım tabii.