Bir önceki yazımda, “küresel güçlerin Türkiye’ye düşman ve PKK’nın da onların diledikleri gibi kullandıkları organik uzantısı” olduğunu düşünenlerden söz etmiştim. Bu bakışa göre, iktidar ne yaparsa yapsın PKK-PYD’nin çatışma stratejisini değiştiremezdi; yalnızlaşma mukadderdi!
Yazıyı kapatırken, bu düşüncenin siyasetin propagandasıyla manipüle edildiğini, politika denilen oyunun fıtratına aykırı bulduğumu ifade etmiştim.
Bu “fıtrat” meselesini açayım izninizle.
Kürtler dâhil her sosyolojinin profesyonel siyasetçilerinin aklı stratejik hedeflerinin gerçekleşmesi yönünde çalışır ve güç arar. Kiminle beraber hangi adımı attığında güç alanını genişletecekse oraya yönelir. Bu tür ayrılıkçı hareketlere dünyanın her yerinde “dış güçler” ilgi gösterir ve ayrılıkçılar da onlarla işbirliği yapar. Bunu “yeminli ajan” oldukları için değil, fayda gördükleri için seçerler. Bu fayda hesabında, sizin tercihiniz onlara rasyonel gelirse oyunu sizinle birlikte kurarlar…
Türkiye ile PKK-PYD’nin çatışması ideolojik ya da ahlaki nedenlere bağlanamaz. Evet, ideolojik ve ahlaki normlar düzleminde de her iki taraf birbirini kendisine uzak görebilir. Ama, her iki tarafın da işbirliği yapmaya çalıştığı güçlere baktığınızda, aynı farkların onlarla da olduğu ileri sürülebilir. Hem PKK-PYD ve hem de Türkiye’nin, karşılıklı olarak kendi yanlarına çekmeye çalıştıkları ABD, AB, Rusya ile ahlaki ve ideolojik bir uyum iddiası taşıdıklarını söyleyemeyiz. (Bu arada Doğu Perinçek ile “katil Esad” yönetiminin PYD sorunu ekseninde görüştüğü ve bu görüşmelerden hükümetin “haberdar” olduğu bilgisinin Perinçek ağzından basına yansıdığını hatırlatmak isterim.)
Sorun, politik çıkarlarla belirlenen stratejilerin uyum ya da uyumsuzluğu sorunudur. Gelinen noktada, her iki tarafın siyaset planları bırakın uyuşmayı, “beka” düzeyinde çatışmaktadır.
Dolayısıyla, her iki taraf da birbirlerinin planını etkisizleştirmek için “dış güçlerle” ittifak aramaktadırlar. Oysa bu planların uyuşma ihtimali öngörüldüğünde tarafların birbirine farklı davranabildiğini Barış Süreci bize gösterdi.
***
Türkiye, Barış Süreci’nde PKK’yı silahsız bir siyasete ve entegrasyona zorlayabileceğini düşünüyordu. Öcalan da, bu çizginin Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devleti hayalinden daha gerçekçi olduğunu açıkça savunuyordu.
Böyle bir gelişmenin kimi küresel güçleri rahatsız ettiğini düşünebiliriz. Bu doğaldır. Ancak, Suriye krizi hepimizin tanık olduğu yönde gelişip PKK-PYD’ye, Türkiye ile barışçı entegrasyonla kıyasladıklarında çok daha cazip gelen fırsatlar yaratmasaydı “dış güçlerin” süreci bozabilmeleri hiç kolay olmazdı. Elbette entrikalar, komplolar, kışkırtmalar olacaktı ve nitekim oldu da. Daha işin başında gerçekleşen Paris katliamını hatırlıyoruz.
PKK’nın ahlaken kabul edilemez şiddet çizgisine; totalitarizmine işaret edenler haksız değil. Bunun politik sorunu çözmeyi çok zorlaştırdığı da doğru. Fakat bu bir Ortadoğu gerçeği ve çok köklü kültürel, sosyolojik, tarihsel nedenleri var. Karşınızdaki verili yapıyı değiştirebilecek bir sihirli değneğe sahip değilsiniz. Politikanızı bunu baz alarak ve zararlı etkilerini minimize etmek üzerine kurmanız gerekir.
***
İdealler önemlidir. Fakat durmadan ideal olanı gösterip “kötü gerçeklikten” yakınarak yol alamazsınız. İdeali gözeterek gerçekliğe doğru en uygun müdahaleyi yapmanız gerekir. Bunun adı siyasettir. Hayat size, hiç de ideal olmayan bir güçle “kıyamete kadar savaşmak ve kaotik bir çürümeyi seçmek” ile “onunla kontrollü, dönüştürücü bir yakınlaşma; siyaset planlarını kazan-kazan yönünde uyuma zorlama” arasında bir seçim sunuyorsa gerisi sizin politik okumanıza ve iradenize kalmış demektir.
Başa dönersek…
“PKK dış güçlerin maşası” klişesi iç rahatlatıcı olabilir.
Fakat rasyonel siyasetin ne olması gerektiği sorusunu unutturur.
Eleştirel aklı öldürür…