Bugünleri de görecekmişim. Sabaha kadar ekranlarını siyasilere açan TV kanalları; halkı meydanlara çağıran liderler; Meclis’te buluşan vekiller; tankların üzerinde siviller; kelepçeli subaylar… Püskürtülen bir darbe girişimi…
Oğlum ve eşiyle birlikte Ankara Çankaya’da Kumsal lokantasındaydık. Saat 22.00 sıralarında askeri uçaklar alçak uçuşa başladılar. Tıklım tıklım lokantada bütün cep telefonları işlemeye başladı. Ülkenin her köşesinden “ne oluyor” soruları geliyordu. Çatal bıçak sesleri, gürültülü konuşmalar, kahkahalar kesildi. Hava ağırlaştı… Şaşkın, endişeli yüzler. “Hesap” siparişleri… Bir saat içinde restoranda kalan son üç beş kişiydik…
Eve gittim. Televizyonu açtım. Her zaman büyük sempatiyle izlediğim Oğuz Haksever karşımdaydı. Erdoğan’a bağlandılar, Abdullah Gül’e bağlandılar, Davutoğlu’na bağlandılar. Ulaştıkları komutanları konuşturdular. Diğer siyasileri ses vermeye çağırdılar. Dışarıda bombalar patlarken; TRT’de darbe bildirisi okunurken; CNN Türk basılırken, cesaretle habercilik yaptılar.
Sabaha kadar telefonla konuştuğum arkadaşlarıma söyledim. Ekran karşısına çıkıp kendi bildirisini okuma cesareti olmayan; rütbesi belirsiz; maskesiz var olamayan, şimdi de sahte Kemalist sloganlarla “yurtta sulh”çuluk zokasından medet umanlar mı tutacak sokakları, yoksa Sultanbeyli’nin, Avcılar’ın, Ümraniye’nin “makarnacıları”, “kömürcüleri” mi? Tanklar Bağdat Caddesi’nden, Barbaros Bulvarı’ndan geçerler de, dış mahallelerden gelenleri durdurabilirler mi? 27 Mayıs’ta alt rütbelilerin Menderes’e yaptıklarını, darbenin üstüne yürüyen, İstanbul meydanlarının yolunu tutan Erdoğan’a yapabilirler mi?
Bence soru buydu. Türkiye’nin sınavıydı bu.
Ne yazık ki kan döküldü. Meclis defalarca bombalandı. Komutanlar rehin alındı. Fakat öyle gözüküyor ki Türkiye bu sınavı geçti.
Girişimi Talat Aydemir olayına benzetenler oldu. Oysa hiç öyle değil. Bu, çok daha güçlü, profesyonel bir organizasyondu. Evet, komuta zinciri dışındaydı. Fakat iyi planlanmış bir baskın olduğu anlaşılıyordu.
Komuta kademesinin rehin alınması, Jandarma Komutanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Özel Kuvvetler Komutanlığı, MİT, Türksat gibi stratejik kurumların ele geçirilmeye çalışılması ve bir kısmında başarı elde edilmesi… Bütün bunlar, hazırlıksız yakalanan büyük güç karşısında, iyi örgütlenmiş nispeten küçük bir organizasyonun ne kadar etkili olabileceğini gösteriyor bize. Oyunu bozan, sivil siyasetin kararlılığı ve temsilcilerine sahip çıkan halkın cesaretidir. Hiç kimse tankların üzerindeki askerleri alkışlamadı. İzmir’de de meydanları protestocular doldurdu. Muhalefet partileri açık tutum aldılar. Bu, Türkiye’nin aydınlık yüzüdür.
27 Mayısçılar askeri bakımdan daha güçlü değillerdi. Fakat toplumsal siyasi koşullar farklıydı ve direniş görmediler. Kısacası “iyi planlanmamış” olduğu için değil, sosyolojik ve politik bir karşılığı olmadığı için püskürtüldü darbeciler.
Çok daha fazla kan dökülebilirdi. Kalkışma uzayabilir; hatta başarılı da olabilirdi. Akıl almaz bir kaosa, kitlesel sivil ölümlere, bölünmüş çatışan bir orduya, şehir savaşlarına tanık olabilirdik.
Sonuç olarak, hiç küçümsenmeyecek bir tehlike yaşadığımız anlaşılıyor.
Artık iyice hastalanmış olduğu açık olan kafalardan “Erdoğan’ın komplosu” tahlilleri gelmesi ise doğrusu beni hiç şaşırtmıyor. Ya da bu alçaklığın faturasını da sivil siyasete çıkartanlar… Bu girişimi “kötü yönetime” bağlayanlar… Halkı sokağa çağırdığı için Erdoğan’a öfkelenenler… Meşru hükümete, seçilmiş parlamentoya meydan okuyan, sivillere ateş açan darbecilere değil de camilerden yapılan direniş çağrılarına kafayı takanlar…
İşte bunlar da Türkiye’nin karanlık yüzü.