Uzunca süredir başdanışmanlık rütbesiyle konuşup yazan isimler var. Danışmanlığın “karar vericilik” olmadığını biliyoruz. Fakat istikrarlı biçimde oturdukları koltuklar, onların, Cumhurbaşkanı’nın düşünce dünyasına ilişkin bize fikir verebilecek temsilciler olduğunu düşündürtüyor. Israrla savundukları temel düşüncelerin, strateji analizlerinin Erdoğan gözünde değeri olmasa, sert tartışmaların öznesi olmuş bu isimlerin hala o koltuklarda oturmaları ve bu kadar görünür olmaları herhalde mümkün olmazdı.
Eğer bu akıl yürütme yanlış değilse, durum hakikaten ürkütücü demektir.
Bu danışmanlara bakarsanız yaşadığımız ağır terör dalgası Türkiye’nin doğru yolda olduğunu gösteriyor. Türkiye Ak Parti iktidarlarıyla, ilk kez kendi çıkarlarını temel alan bağımsız dış politika üretebilir konuma geldi ve bunun kaçınılmaz bedelleri var. Küresel ölçekte büyük bir güç kayması yaşanıyor ve yükselen bir ülke olarak bölge kaynaklarının yeniden paylaşımında emperyalist güçlerin hedefindeyiz. DAEŞ, PKK taşeron örgütler olarak bu güçlere hizmet ediyorlar.
Söylenen özetle bu.
Bu açıklama şeması, bazı doğrulara dayanarak ve politikanın son derece karmaşık, sayısız yaşamsal detaylarla dolu dinamiklerini görünmez kılarak, başımıza gelenleri “haklı ve doğru” yolda olmanın sonucu olarak gösteren bir basite indirgemeciliği ifade ediyor. Düz mantığa seslenmenin; hazır düşünce kalıplarına yaslanmanın; “haklı ve kişilikli” olma gururunun cazibesini taşıyor.
Bu tür propagandalara alışığız. Fakat iş siyaset stratejisi iddiası taşımaya yöneldiğinde hamaset deyip geçemeyiz.
***
Türkiye’nin Ak Parti iktidarlarıyla birlikte kendi çıkarlarını öne çıkartan, göreli olarak bağımsız, kişilikli politikalar ürettiği; güç alanını genişletmeye yöneldiği doğru. Bu ilkesel olarak desteklenmesi gereken yeni bir durum. Fakat bu yolda yürürken neyin nasıl yapıldığı; izlenen somut politikaların hangi sonuçları ürettiği, herhalde çok önemli. Somut sonuçları soyut ilkeler üzerinden aklamak, politika konuşmaktan; sorgulamaktan vazgeçmek demektir. Kötü bir el çabukluğudur.
Siz haritayı önünüze açıp, gücün Batı’dan Doğu’ya kaydığını söyleyerek, Pasifik Asya’sından Avrupa’ya “yeni ipek yolu” adını koyduğunuz enerji koridorları çizerek, Türkiye’yi de merkeze yerleştirerek bize bir şey söylemiş olmazsınız. Haritanın doğruluğu, politikanın da doğru olduğunu göstermez.
Öncelikle politikada “haklı” ile “doğru” kavramını birbirinden ayırarak konuşmaya başlamak gerekir. Coğrafyanın uygun yerinde olmak size “haklılık” duygusu verebilir. Taleplerinizi meşru bulabilirsiniz. Fakat politikada coğrafyadan daha önemli gerçekler vardır. Politika “haklılık” üzerine değil “güç” üzerine oynanan oyundur. “Doğru” kavramı da tam burada anlam kazanır. Rasyonaliteden yoksun bir haklılık, önce sizin canınızı yakar. Hem de fena halde.
***
Erdoğan çizgisinin- ki Davutoğlu da yön çiziciler içindedir- İsrail ve Batı dünyasıyla çatışmasının altında bölgesel iddiaların olduğu bir gerçektir. Bu doğaldır. Sorun bu gerilimleri iyi yönetip yönetememektedir. Üç cümleyle özetlemeye çalışayım: 1) İsrail, Mısır ve Suriye siyasetlerinde gücümüzün taşımaya yetmeyeceği bir aşırılıkta ve katılıkta yürünmüştür. Koşulların değişimine uygun dönüşler yapılamamıştır.2) IŞİD tehdidi zamanında ve doğru değerlendirilememiştir. 3) Kürt ulusallaşması karşısında geliştirilen siyaset, geleneksel olanı aşamamış, korkular ağır basmış, Kobani başta olmak üzere önemli yanlışlar yapılmıştır.
Danışmanların yaklaşımında büyük bir tehlike daha var. Genel çerçevelerine baktığınızda, Türkiye’nin çıkarlarını “yükselen Doğu ekseninde” yer almakta gördüklerini; Avrupa ve ABD’yi bu güç kaymasını engellemeye çalışan taraflar olarak tanımladıklarını anlıyorsunuz. İsrail ve Rusya ile yakınlaşmanın da bu model içinde anlamlandırıldığını görüyorsunuz.
Sonuç olarak bu strateji okumasıyla yönetiliyorsak; yönümüzü “doğru” buluyor ve terör dalgasını bu “büyük resmin” içine oturtarak katlanılması mukadder bir bedel olarak gören bir irade altındaysak…
Durum vahim demektir…