Herkesin birbirini tanıyıp selamlaştığı, komşulara ziyarete gidildiği, çocukların sokakta güvenle oynadığı mahalleler tarihe karıştı. Yok, nostalji ve romantizm yapmak için eski mahalle kültürünü hatırlatmayacağım. Aksine dünyada yavaş yavaş yükselen bir trendden bahsedeceğim. Eski mahalle kültürüne benziyor mu? Eh, belki biraz.
15 dakikalık şehir’ konsepti dünya çapında giderek artan bir ilgi görmeye başladı. Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, 2020 yılındaki yerel seçimlerde kampanyasını bu fikir çerçevesinde şekillendirdi ve ikinci kez başkanlığı kazanmayı başardı. Hidalgo 2014’te ilk kez belediye başkanı olduğundan bu yana mahallelerin dönüşümü için önemli projelere imza attı. Seinne Nehri kenarının çok büyük bir kısmını sadece yayalar ve bisikletlilerle sınırladı. 2018 yılından bu yana 40 okul bahçesini halkın kullanımına açtı.
Hidalgo’nun mottosu ‘yakınlar şehri.’ Bu hayal gerçekleştiğinde şehirlerdeki yaşam tarzının yeniden şekilleneceğine inanıyor.
Bu fikrin arkasında, Hidalgo’ya danışmanlık da yapan, Sorbonne Üniversitesi profesörlerinden Carlos Moreno var. Aslında bu fikir çok yeni değil, 1920’lerde, ABD’li şehir planlamacısı Clarence Perry’nin önerdiği ve şemasını hazırladığı ‘mahalle birimi’ fikrine benziyor. Moreno projeyi şöyle özetliyor: “Bir şehirliye mutluluk veren unsurlar, iyi koşullarda yaşamak, hayatını geçindirecek kadar para kazanmak, eğitim almak ve boş zaman. Yaşam kalitesini artırabilmek için tüm bu unsurlara erişim süresini kısaltmak gerekiyor.”
Carlos Moreno Ted Talk’taki konuşmasında konseptin ayrıntılarını anlatmış: (Yazı Ted Talk konuşmasından alınmıştır) “... Şehirler 15 dakikalık yürüyüş veya bisiklet sürüşü mesafesinde yeniden tasarlanmalı. İnsanlar kentsel deneyimin özünü oluşturan şeyleri deneyimleyebilmeli: İşe, barınacak bir yere, besine, sağlık hizmetlerine, eğitime, kültüre ve serbest zamana erişebilmek... Modern şehirlerin fonksiyon bozukluklarını ve rezilliğini kabul edişimiz tepe noktasına ulaştı. Bunu değiştirmeliyiz. Adalet uğruna, kendi iyiliğimiz uğruna ve iklim uğruna değiştirmek zorundayız... 15 dakikalık şehirlerin yapı taşları olan dört yol gösterici ilke çevresinde, şehirleri yeniden düşünüp taşınmalıyız. Birincisi, yeşil ve sürdürülebilir bir şehir için ekoloji. İkincisi, indirgenmiş mesafeler ve diğer aktiviteler için yakınlık. Üçüncüsü, dayanışma: İnsanlar arasında bağ kurmak için. Son olarak, katılım vatandaşları muhitin dönüşümüne etkin şekilde dahil etmeli... Beni yanlış anlamayın, şehirlerin kırsal küçük köylere dönüşmesi adına ava çıkmadım. Şehir hayatı canlı ve yaratıcıdır. Şehirler ekonomik dinamizm ve inovasyon yerleridir. Ancak kentsel yaşamı daha keyifli, atik, sağlıklı ve esnek hale getirmeliyiz. Bunu yapmak için herkesin --gerçekten herkesin, hem şehir merkezinde yaşayanların hem de varoşların -- yakınlık dahilindeki tüm temel hizmetlere erişimi olduğundan emin olmalıyız... 15 dakikalık şehrin üç temel özelliği olmalı. Birincisi, şehrin ritmi insanları izlemeli, arabaları değil. İkincisi, her bir metrekare farklı bir amaca hizmet etmeli. Son olarak, mahalleler sürekli başka yerlere seyahat etmeden içinde yaşayabileceğimiz, çalışabileceğimiz ve başarılı olabileceğimiz şekilde dizayn edilmeli.”
15 dakikalık şehir, sakinlerinin tüm günlük ihtiyaçlarını yürüyerek ya da bisikletle karşılayabileceği ‘şehircik’ler... Çocuğunuzu okula mı götüreceksiniz? 10 dakika yürüyün yeter. Doktora mı gideceksiniz? Köşeyi dönün klinik hemen sağınızda. Güzel bir restoranda yemek mi istiyorsunuz? Hemen şuracıkta, marketin karşısında... Bu konseptin amacı bir sakinin ihtiyacı olan yaşama, çalışma, tedarik etme, öğrenme ve eğlenme faaliyetlerinin 15 dakikalık bir alan içerisinde gerçekleştirilebilmesi.
Carlos Moreno’nun popüler hale getirdiği konsept, pandemiyle birlikte daha da cazip görünmeye başladı. Pek çok kişi evden çalıştı, semtini tanımayanlar yakın çevrelerini öğrendi, komşularını tanımaya başladı. Kısacası yerelliği keşfetti! Carlos Moreno, pandemi sonrası şehir hayatına geri dönüşün asla olmayacağını söylüyor ve ’15 dakikalık şehir’ konseptinin dünyanın dört bir yanındaki metropollerin gündemine girdiğini iddia ediyor.
Haksız da değil!
New York belediye başkan adayı Shaun Donovan zaferin anahtarı olarak bu konsepti benimsedi. Milano Belediye Başkanı Giuseppe Sala, 15 dakikalık şehir planını açıkladı. Madrid, Ottowa, Seattle da benzeri projeleri hayata geçirecek şehirler. Melbourne’da Planlama Bakanı, şehir genelinde ‘20 dakikalık mahalle’ pilot programını başlattı. İrlanda da yerleşim bölgeleri ile ortak alanlar arasındaki otomobil kullanımını azaltmayı sağlamak, insanların evlerinden 10 dakikalık yürüyüş ya da bisikletle ihtiyaçlarına ulaşabilmeleri için ‘10 dakikalık şehir’ler üzerinde çalışıyor.
Bazı psikologlar 15 dakikalık şehirlerin yaratacağı aidiyet duygusunun insanları daha mutlu edeceğini, koronavirüs gibi olağanüstü şoklara karşı dirençli olmamızı sağlayacağını iddia ediyor. Şüpheciler ise böyle bir şehir planının sosyal bölünmeleri daha keskin hale getireceği, eşitsizlikleri artırabileceği görüşünde.
Sorular çok olsa da ‘15 dakikalık’ şehirler yabana atılmayacak bir hızla çoğalacak gibi görünüyor. Türkiye’deki şehirlerde benzeri bir yaklaşım olabilir mi dersiniz...
‘Filtre’li hayatlar
Artırılmış gerçekliğin (AR) en yaygın kullanımlarından biri güzellik filtreleri. Bu uygulamalar tam bir çılgınlık! Londra’da yapılan bir araştırmaya katılan kadınların yüzde 90’ı cilt tonlarını eşitlemek, burun ve çenelerini yeniden şekillendirmek, kendilerini daha zayıf göstermek için güzellik filtrelerini kullandığını söylüyor.
Güzellik filtreleri, yüzün özelliğini algılayıp değiştirmek için yapay zekayı kullanan fotoğraf düzenleme araçları. Bu filtreler, selfie kültürünün yükselmesi ve sosyal medya çılgınlığı ile birleşip özellikle genç kızları etkisi altına aldı. Durum o kadar tuhaf bir halde ki gençler, filtrelenmiş fotoğraflar ile sıradan fotoğrafları ayırt etmekte bile güçlük çekiyor.
Facebook ve Instagram, 600 milyondan fazla kişinin platformlarındaki artırılmış gerçeklik filtrelerini kullandığını iddia ediyor. Snapchat’de de yüz milyonlarca kişi uygulamadaki filtrelerle ‘eğleniyor’, ‘güzelleşiyor.’ Diğer aplikasyonları da düşününce durum daha da tuhaflaşıyor. Üstelik pandemideki karantina süreçlerinde güzellik filtreleri uygulamalarının kullanımı yüzde 20, fotoğraf ve videoların düzenlemesi için harcanan süre ise yüzde 25 artmış.
Filtrelerin gücü ve yaygınlığı düşünüldüğünde etkileri hakkında yapılan araştırmaların sayısı fazla değil. Ancak genel görüş çok da masum olmadıkları yönünde. Güzellik filtrelerinin estetik ve kozmetik operasyonları teşvik ettiği de biliniyor.
Galler Üniversitesi’nden Claire Pescott, gençlerin sosyal medyadaki davranışları üzerine yaptığı araştırmalarla tanınıyor. Pescott’a genç kızların artırılmış gerçeklik filtrelerini öncelikle güzelleşme aracı olarak gördüğünü, 11, 12 yaşındaki çocukların bile bu filtrelerin büyüsüne kapıldığını söylüyor. Pescott’a göre gençlerin kendi fiziksel görünüşleri ve dijital görünümleri arasında gezinmelerinin psikolojileri üzerinde uzun vadeli sonuçlarının ne olacağı net değil.
Uzmanlar kişinin dijital olarak geliştirilmiş ‘kusursuz’ fiziği ile gerçek görünümü arasındaki uçurumun disfori yarattığını düşünüyor. Bu ‘eğlenceli’ görünen uygulamaların gençler arasında yaygınlaşan depresyon, yeme bozukluğu gibi psikolojik sorunları tetiklemesi şaşırtıcı değil.
Üstelik bu uygulamalar sadece gençler arasında yaygın değil. Giderek artan Zoom toplantıları ileri yaştaki milyonlarca kişinin görünümleriyle ilgili takıntılarını da tetikliyor. Ciddi bir iş toplantısında bile olsanız kendinizi ekranda uzun saatler boyunca görmek ‘kusurlarınıza’ odaklanmanıza neden olabiliyor. Hatta bu takıntıya bir isim de bulunmuş: Zoom dismorfisi! Video konferans uygulamalarının estetik tıp dünyasını nasıl etkilediği merak eden Harvardlı araştırmacılar, uluslararası bir dermatoloji organizasyonundaki 130 uzmanla görüşmüş. Pek çoğu pandemi sürecinde estetik uygulama için kendilerine başvuranların sayısının arttığını söylemiş. Dermatologların yüzde 85’inden fazlası kendilerine başvuranların büyük bir çoğunluğunu video konferans görüntülerinden rahatsız olanların oluşturduğunu belirtiyor. Amerikan Yüz Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Akademisi de geçen yıl burun, yüz germe, göz kapağı kaldırma gibi taleplerin arttığını açıkladı. Bu çılgınlık nereye varacak henüz belli değil. Ancak gerçekle aramıza ‘filtre’ koymayıp başkası değil kendimiz olarak daha güzel görünmesek bile psikolojimizin daha sağlıklı olacağını söylemek çok da yanlış değil.