Kafe ve restoranlar çok riskli iller dışında, belirli saatlerde ve yüzde 50 doluluk şartıyla açıldı. Hayırlı uğurlu olsun! Açılmalıydı, açılmamalıydı, işin ekonomik boyutu, salgına etkisi gibi konulara girmeye niyetim yok. Yiğit Özgür’ün çok sevdiğim bir karikatüründen dile pelesenk olmuş “Ortam çok gergin Fuat, bilmiyorum herkes çok gergin” cümlesiyle mevzunun ‘o’ bölümünü kapatıyorum.
Kafe ve restoranlar çok riskli iller dışında, belirli saatlerde ve yüzde 50 doluluk şartıyla açıldı. Hayırlı uğurlu olsun! Açılmalıydı, açılmamalıydı, işin ekonomik boyutu, salgına etkisi gibi konulara girmeye niyetim yok. Yiğit Özgür’ün çok sevdiğim bir karikatüründen dile pelesenk olmuş “Ortam çok gergin Fuat, bilmiyorum herkes çok gergin” cümlesiyle mevzunun ‘o’ bölümünü kapatıyorum.
Yasağın kalktığı ilk gün (2 Mart 2021) sabah 8’de Kadıköy’deki kafelerde adeta kutlama vardı. Dizüstü bilgisayarını açıp çalışanlar, arkadaşıyla kahve içip sohbet edenler, kitap okuyanlar ‘kafeleriyle’ özlem gideriyordu. Bir kafenin açık alanındaki masada oturmuş, cep telefonundan arkadaşını görüntülü arayıp coşkusunu büyük bir neşeyle anlatanını bile gördüm...
Şimdilerde; üretiminden hasadına, demlenmesinden sunumuna bir kültür olarak kabul edilen, baristalar tarafından hazırlanan ve üçüncü nesil olarak adlandırılan kahvelerin sunulduğu kafeler trend. Ancak insanlar 500 yıla yakın bir zamandır farklı şekillerde de olsa kafelerde daha doğrusu o dönemki isimleriyle ‘kahvehaneler’de bir araya gelmeyi seviyor.
İlk kahvehanelerin 15. yüzyılda Mekke’de açıldığı söyleniyor. Farklı kaynaklarda tarihler biraz değişse de genel kabule göre İstanbul’da 16. yüzyılda kahvehaneler açılmaya başlamış. Kahvehane kültürünün Tahtakale civarında başladığı tahmin ediliyor. Bu mekanlara gidenlerin amacı bugünkünden pek de farklı değil. Maksat biraz muhabbet olsun, siyaset tartışmaları yapılsın, gündemdeki konular üzerine fikirler beyan edilsin... Kahvehanelerin ilk sakinleri ise entelektüeller, edebiyatçılar, memurlar. Osmanlı İmparatorluğu döneminde açılan kahvehaneler, 16. ve 17. yüzyıllarda devlet tarafından çok sık denetleniyor ve sıkça kapatılıyormuş! Gerekçe buralarda devlet hakkındaki eleştirilerin, sorunların yüksek sesle dile getirilmesi
17. yüzyılda yaşayan Fransız gezgin Jean Chardin’in yazıları kahvehanelerden bahseden ilk belgelerden biri. Chardin İran’daki kahvehaneleri şöyle tanımlıyor “İnsanlar sohbet ediyor, siyaset eleştirileri yapılıyor. Dama, satranç, tavla oynanıyor. Dervişler, şairler sırayla şiir okuyor, hikayeler anlatıyor.”
Tarihçilerin ortak görüşüne göre kahve kültürü İstanbul’dan Avrupa’ya yayılmış. İngiliz ‘günlük yazarı’ John Evelyn’nin o yıllarda tutuğu günlük sayesinde Birleşik Krallık’ta kahve kültürünün nasıl başladığını görebiliyoruz. Oxford Üniversitesi’ne giden Türkler kahveyi İngilizlerle buluşturmuş. Öğrenciler kafeinin etkisiyle geceleri geç saate kadar rahat rahat çalıştıklarını keşfedince bu içeceği memnuniyetle kabullenmiş. 1650 yılında Oxford’da açılan ülkenin ilk kahvehanesinin adı ise The Angel. Mekanın ikinci şubesi de çok geçmeden şehirde kendine bir yer bulmuş. Kaynaklara göre Londra’da 1652 yılında açılan ilk kahvehanenin kurucusu, İzmir doğumlu Pasqua Rosée. Bu kahvehane Londra toplumunda adeta bir devrime yol açmış.
Oxford ve Londra’da ardı ardına açılan kahvehanelerin bir kısmı giriş ücreti olarak 1 penny (kuruş) almaya başlamış. Bir fincan kahve karşılığında entelektüel tartışmalara, ilginç sohbetlere katılma imkanı nedeniyle halk kahvehanelere Penny University adını takmış.
Günümüzde kafeleri ve kahveleriyle meşhur olan Viyana da bu lezzeti İstanbul’dan ithal etmiş. Venedikli tüccarlar İstanbul’da tanıştıkları kahveyi ülkelerine taşımış. Belgelere göre kahve ilk olarak evlerde içilmeye başlamış, 1680’li yıllarda ilk kahvehaneler açılmış.
Kafeleriyle pek hava atan Fransızlar da kahveyi Türkler sayesinde yudumlamış. 1669 yılında Fransa’ya elçi olarak giden Süleyman Ağa, Parisli elitlere kahve ikram ederek bu içeceği ülkeye tanıtmış. Paris’te ilk kahvehanenin açılış tarihi ise 1686.
Bu kadar kahveden bahsettikten sonra az şekerli, mis gibi kokan bir Türk kahvesi içmenin vakti geldi sanırım...
Aradığınız kişi endişeli olduğu için telefona cevap veremiyor!
ABD’de telefon kullanımıyla ilgili ilginç bir araştırma yapıldı. Pew Araştırma Merkezi’nin anketine göre on Amerikalının sekizi cep telefonlarını tanımadıkları bir numara aradığında cevap vermediklerini söylüyor. Ancak telefonlara cevap vermeyenler genellikle eğer sesli mesaj bırakılmışsa mesajı dinliyor. ABD’lilerin tanımadıkları numaradan gelen çağrılara cevap vermemesi durumunun, Kovid-19’a yakalanmış kişilerin ya da temaslıların takibini zorlama riski halk sağlığı uzmanlarını endişelendiriyor.
Amerikalıların telefonlarına neden cevap vermedikleri tam olarak bilinmese de en önemli nedenin hepimizin zaman zaman isyan ettiği reklam amaçlı aramalar olabileceği tahmin ediliyor. Bir diğer olasılık da Kovid-19 salgını sırasında artan dolandırıcılıklarla ilgili endişeler. ABD’li her 10 yetişkinden dokuzu cep telefonunda kendilerini ‘bir başkası’ olarak tanıtıp kişisel bilgilerine erişmek isteyenlerden korkuyor.
Yukarıda anlattığımız gerekçeler telefona cevap vermemek için makul karşılanabilir. Ama telefonla ilişkimizde psikolojik bir durum da ortaya çıkabiliyor: Telefon görüşmesi kaygısı. Hiç garipsemeyin gerçekten de çok yaygın bir durum bu. Çok sayıda insan için birini telefonla aramak ya da biri tarafından aranmak stresli bir deneyim. Elbette pek çok kişi telefonla konuşmaktan hoşlanmıyor ancak uzmanlara göre telefonla konuşmak bazı semptomlar yaşamanıza neden oluyorsa telefon kaygınız olabilir. Bu semptomlar görüşmeden önce, sırasında ve sonrasında aşırı gergin olmak, mide bulantısı, baş dönmesi, kalp atışının hızlanması olarak tanımlanıyor.
Zaman zaman böyle hissediyorsanız yalnız değilsiniz. İngiltere’de yapılan bir araştırmadan çıkan sonuç çarpıcı! Y kuşağının yüzde 76’sı, baby boomer’ların yüzde 40’ı telefonları çalınca endişeleniyor. Tamam da nedir bu endişenin kaynağı? Yüz yüze görüşmelerde beden dilimizi kullanabiliyoruz, göz teması kurabiliyoruz bu da konuşmanın daha doğal ilerlemesini sağlayabiliyor. Bir görüşe göre, telefonda sadece ‘sesimizle’ sınırlı olmamız ve dikkat dağıtıcı bir unsur olmaması rahatsız edici olabiliyor, yani o an odak sadece biziz! Telefon kaygısı olanların imdadına mesajlar yetişiyor. Araştırmalar telefon kaygısı olanların mesajlaşmayı tercih ettiğini gösteriyor. Çünkü mesaj yazmadan önce düşünüp taşınmak, söyleyeceklerini tartmak mümkün, ilgi o an üzerinizde değil. Üstelik mesaj, beklenmedik bir soruya anında cevap verme endişesini de ortadan kaldırıyor.
Bu kaygı nedeniyle sosyal ilişkilerinde ve iş yaşamlarında sorun yaşadığı için terapistlere başvuran fazla sayıda kişi var. Terapistler genellikle kısa süren seanslarla bu kaygıların hafifletilebildiğini söylüyor.
Sinema endüstrisi pandemide kedi olalı bir fare tuttu...
Malum, sinema sektörü koronavirüs pandemisi nedeniyle zor günler yaşıyor. Dünya genelinde sinemaların bir kısmı açık, bir kısmı kapalı. Geçen yıl ise hemen hemen her ülkede perdeler inmişti. Sinemaların açık olduğu dönemde vizyona giren filmler ise çok kötü gişe hasılatlarıyla büyük zarar etti. Ancak umut verici gelişmeler de var. Belki de sinemaların canlanmasının işaret fişeğini dünyanın en ünlü kedi ve faresi atacak: Tom ve Jerry…
Çocukluğumuzun kült çizgi filmi Tom ve Jerry’yi hatırlamayan yoktur. Aynı evde yaşayan Tom (kedi) ve Jerry (fare) arasındaki mücadele ve Jerry’nin her seferinde türlü numaralarla Tom’u alt etmesi çocukluğumuzun bol kahkahalı, en tatlı anıları arasında. Bir görüşe göre bu ikili aslında düşman değil, sıkı dost. Tom, Jerry’yi evden atılmaması için koruyor. 1940 yılında William Hanna ve Joseph Barbara tarafından yaratılan animasyon filmlerinden on üçü akademi ödüllerinde aday gösterildi, yedi tanesi En İyi Kısa Animasyon ödülüne sahip oldu.
Tom ve Jerry’nin maceraları o günden bugüne farklı yapım şirketleriyle de olsa devam etti. Son olarak da live action (gerçek oyuncularla çizgi karakterlerin bir arada rol aldığı filmler) bir filmle geri döndü. Tom & Jerry sinemaların açık olduğu ülkelerde ve ABD’de yayın yapan HBO Max kanalında geçen hafta gösterime girdi. Filmin küresel gişe hasılatı şu ana kadar 38,8 milyon dolar. Filmin bütçesinin 79 milyon dolar olduğunu da ekleyelim. Bu rakam pandemi öncesi için çok büyük değil ama ciddi sıkıntılar yaşayan sinema sektörü için umut verici bir gelişme. Tom&Jerry gibi Aralık ayında gösterime giren Wonder Woman 1984 de gişedeki başarısıyla sinemaların henüz ‘ölmediğini’ kanıtladı.
Türkiye’de sinemalar kapalı, yani bu filmi ne zaman izleyebiliriz belli değil. Ama bu Cumartesi gününe gülümseyerek devam etmek için Tom ve Jerry’nin eski maceralarına internetten bakmak fena fikir olmayabilir.