Bir ürünle ilgili arkadaşınızla yaptığınız konuşma sonrasında sosyal medya akışınızda ya da girdiğiniz bir web sitesinde o ürünün reklamıyla karşılaşmışsınızdır. “Telefonlar bir şekilde bizi dinliyor” diye düşünmeniz normal, doğrusu ben de böyle düşünüyordum. Ancak geçenlerde okuduğum bir makale konuyla ilgili farklı bir pencere açtı.
Aslında telefona ihtiyacı olan bütün bilgileri veren bizmişiz! Çoğumuz bilgilerimizi web sitelerine ya da uygulamalara veriyoruz. İnternet sitelerinde ‘çerezlere’ izin vermek de bunlardan biri mesela. Tanımlama bilgileri de sitelerin tercihlerinizi hatırlamasını ya da bazı sitelere oturum açmadan girmenizi sağlar ki buna ‘1. taraf tanımlama bilgisi’ deniyor. İşte burada gönüllü olarak tüm bilgilerinize ulaşılmasına izin vermiş oluyorsunuz. ‘Üçüncü taraf tanımlama bilgileri’ ziyaret ettiğiniz sitenin dışındaki alanlar. Üçüncü taraf genellikle de web sitesi ya da uygulamayla çalışan bir pazarlama şirketi oluyor.
Belki de önemsiz görerek tıkladığınız bir kutucuk nedeniyle; ihtiyaçlarınız, ilgi alanlarınız, istekleriniz reklam verenlerin elinde olabiliyor. Bu şirketler ürünlerinin popülerliğinin müşterinin yaşı, cinsiyeti, işi, hobileri gibi faktörlere göre nasıl değiştiğini ölçmeyi hedefliyor.
Bu bilgiler sınıflandırılarak ‘öneri algoritmaları’ geliştiriliyor. Telefonunuzda çalışan yapay zekada verilerinizin filtrelenip analiz edilmesine yardımcı olan, RL (Reinforcement learning/pekiştirmeli, takviyeli öğrenme) gibi çeşitli makine öğrenim teknikleri var. Bu RL pek akıllı! Hani bir çocuğa bir davranışı nedeniyle ödül verilir ya benzer bir şekilde RL de kullanıcı etkileşimlerinden elde edilen geri bildirimlerle kendini eğitebiliyor. Tam bu noktada ‘Zeki Müren de bizi görecek mi’ esprisini yapmak kaçınılmaz oluyor.
Gayet masumca bir sosyal medya gönderisini görüntüleyip ‘beğen’ düğmesine basarak bir RL ajanına gönderiyle ya da gönderiyi paylaşan kişiyle ilgilendiğinizi onaylayan bir ödül sinyali göndermiş oluyorsunuz. Diyelim arka arkaya saatle ilgili bazı sosyal medya gönderilerini beğendiniz; siyah güneş gözlükleri ve kamuflaj kıyafetleriyle davranışlarınızı izleyen bir dedektif gibi davranan RL ajanı size benzer ürün ve içerikleri sunabilecek şirketlerle ilgili reklam göndermeyi öğrenebilir. Bu arada RL ajanı kavramını biraz açalım. RL ajanı çevresiyle etkileşime girip bu etkileşimlerin sonuçlarını gözlemleyerek öğrenen bir makine öğrenmesi. Bu ajan insanların öğrenme yolunu taklit ediyor.
Bir sosyal medya gönderisini görüntüleyerek veya ‘beğen’ düğmesine basarak, bir RL temsilcisine gönderiye ilgi duyduğunuzu veya belki de gönderiyi gönderen kişiyle ilgilendiğinizi onaylayan bir ödül sinyali gönderirsiniz. Her iki durumda da, RL temsilcisine kişisel ilgi alanlarınız ve tercihleriniz hakkında bir mesaj gönderilir.
Bir sosyal platformda “farkındalık” ile ilgili gönderileri aktif olarak beğenmeye başlarsanız, sistem size ilgili ürün ve içerik sunabilecek şirketler için reklam göndermeyi öğrenecektir.
Küçük bir deneyle telefonunuz sizi dinliyor mu öğrenebilirsiniz
Ha bire karşımıza çıkan reklamların tek nedeni bu değil. Belki de farkında olmadan tıkladığımız bazı reklamlar. Uygulamalarda verdiğimiz e posta adreslerimiz, konumumuz, yaşımız, platforma hangi cihazdan eriştiğimiz gibi bazı bilgiler, beğendiğimiz sayfalar ya da gruplar bize reklam olarak geri dönüyor!
Yapay zeka sadece verilerimizi değil, bizimle aynı platformu kullanan aile üyelerimiz ya da arkadaşlarımızdan toplanan verilerle de bizi hedef tahtasına koyabiliyor. Örneğin Facebook arkadaşımızın yakın zamanda aldığı bir ayakkabı markasının reklamıyla karşılaşmamız sürpriz değil. Bunu yapması için bizi dinlemesine de hiç gerek yok!
Bundan kaçış yok mu? Bu sorunun cevabı biraz karışık. Bir internet sitesi ya da uygulamaya ‘izin’ verirken dikkatli olmak reklam bombardımanından kurtulmaya yardımcı olabilir. Ama şunu da unutmayın Whatsapp gibi bazı uygulamalara, kamera ve mikrofonumuza erişmek için izin vermek durumunda kalabiliyoruz.
Verilere dayalı olarak karşısına çıkan reklamları sorun etmeyen hatta bundan hoşlananlar da var. Araştırmalar özellikle pratik olmayı sevenlerin yapay zekadan gelen önerileri insanlardan gelenlere tercih ettiğini gösteriyor.
Çevrimiçi paylaştığımız veri miktarını sınırlamanın bazı kolay yolları var. En basiti şu; telefonunuzun uygulama izinlerini sürekli gözden geçirin. Bir uygulama ya da web sitesi sizden belirli izinleri ya da çerezleri kabul etmenizi istediğinde iki kez düşünün. İnternet sitelerine bağlanmak ya da oturum açmak için sosyal medya hesaplarınızı kullanmayın.
Ben ikna olmadım bu telefon beni dinliyor diyorsanız basit bir deney yapabilirsiniz. Telefonunuzun ayarlarına gidin ve bütün uygulamalarınızın mikrofon erişimini kapatın. Telefonunuzda daha önce hiç aramadığınız bir ürün ya da marka belirleyin. Bir arkadaşınızla seçtiğiniz ürün hakkında uzun uzun ve yüksek sesle konuşun. Bunu birkaç kez tekrarlayın. Birkaç gün içinde o ürünle ilgili bir reklamla karşılaşmazsanız bu telefonunuzu temize çıkarmış olur.
Ben tembel değilim araştırmalar ‘daha az çalış’ diyor!
atronlar çok hoşlanmayabilir ama dört yıl bir süren araştırma daha kısa bir çalışma haftasının üretkenliği nasıl etkilediğini gösteriyor. Araştırma 2015 ile 2019 yılları arasında İzlanda’da yapıldı. Deneyin sonuçları ise geçen hafta yayınlandı.
Anaokulları, hastaneler, ofisler ve diğer kamu kurumları gibi çeşitli iş kollarının yer aldığı deneye, İzlanda’da çalışan nüfusun yüzde 1’i katıldı. İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Autonomy ve İzlanda’daki Sürdürülebilir Demokrasi Derneği Alda’nın yürüttüğü araştırmada, çalışanların maaşlarında hiçbir düşüş yaşanmadan haftada 40 saatten 35-36 saatlik bir mesaiye geçildi.
Yayınlanan rapora göre deneye katılanlar daha kısa süre çalışmaya başladıktan sonra kendilerini daha iyi, daha enerjik ve daha az stresli hissettiklerini, böylece aile ve arkadaşlarıyla birlikte olmaya, spora ya da hobilerine zaman ayırabildiklerini söyledi.
Dünyada şimdiye kadar yapılan en kapsamlı ‘kısa çalışma haftası’ denemesi ‘ezici bir başarı’ olarak kabul ediliyor. Daha kısa saatler çalışmak üretkenlikte de hiçbir azalmaya neden olmadı. Aksine işyerindeki çalışmalar üzerinde olumlu bir etki yarattı. Haftada dört veya beş saat daha az çalışmak insanların yaptıkları iş konusundaki yaratıcılıklarını artırdı. Bu araştırmanın sonucunda İzlanda’daki iş gücünün yaklaşık yüzde 86’sı daha kısa saatler çalışmaya başladı.
Gezegene faydası olur mu?
Mesai saatlerini kısaltmak, karbon ayak izini de azaltabiliyormuş. Londra Platformu’nun çalışması, haftada dört günlük mesaiye geçmenin 2025 yılına kadar İngiltere’nin karbon ayak izini 127 milyon ton azaltabileceğini gösteriyor ki bu yüzde 21.3’lük bir düşüş demek. Daha da somut bir örnek olarak 27 milyon otomobil trafikten eksilmiş oluyor. Veriler çarpıcı... Massachusetts Üniversitesi’nde yürütülen araştırmalar da çalışma saatlerinde yüzde 10’luk bir azalmanın ekolojik ayak izini yılda yüzde 12, 1, karbon ayak izini ise yüzde 14,4 azalttığının ortaya koyuyor. İspanya ve Yeni Zelanda dahil olmak üzere pek çok ülkede de mesai saatlerinin azaltıldığı pilot çalışmalar yürütülüyor. Japonya da ‘fazla çalışmadan ölüm’ anlamına gelen ‘karoshi’ riskini azaltmak amacıyla 4 günlük bir mesai haftasına geçme hazırlığında. Tüm bunlar kulağa ne hoş geliyor değil mi? Ama bir de madalyonun öbür yüzü var! Bazı ülkelerde mesai haftada 7 gün, Türkiye’de yasal olarak 45 saat çalışılıyor. Tayland’da ise 60 saat. Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Teşkilatının (OECD) yeni çalışmasına göre ise dünya çapında 114 milyon kişi işini kaybetti. Bu gerçeklere bakınca bazı ülkeler için haftada 4 gün çalışmak ütopya gibi görünüyor. Yine de hayat bu, belli mi olur! Belki bir gün...