Kemal Kılıçdaroğlu, geçen hafta yayınladığı videoda İletişim Başkanlığı’nı uyarıp “Fahrettin Altun, Serhat ve ekip arkadaşları Çağatay ile Evren; anlaşmaya çalıştığınız dark web dünyası, sizi yabancı istihbaratın eline düşürür. Cambridge Analytica’cılık oynamak sizin kapasitenizi aşar çocuklar. Son uyarımdır!” demişti.
Geçen hafta Avrupa Polis Birliği Teşkilatı (Europol) dokuz ülkenin dahil olduğu Spector operasyonunda 288 kişinin tutuklandığını açıkladı. Açıklanan bilgilere göre, 50,8 milyon eurodan fazla nakit para ve kripto para ile 850 kilo uyuşturucu ve 117 silah ele geçirildi. Bildiğimiz çevrimdışı suçlar çevrimiçinde de oluyor yani.
Ee bu kadar dark web konuşulmuşken bir-iki cümle etmek de şart oldu. Dark web (karanlık ağ) internette arama motorlarıyla erişilmeyen bölge aslında. Hani her zaman girdiğimiz siteler gibi adresi yazıp giremiyorsunuz. Bu sitelere gizli IP adresleri kullanılarak erişilebiliyor. Dark web’de yasa dışı faaliyetler, illegal ürün satışları, siyasal aktivizm yapılabiliyor. Siber suçluların sığınağı gibi düşünebiliriz. Ancak, yasal amaçlarla kullanılan dark web örnekleri de yok değil. Örneğin gazetecilerin kaynaklarını koruması ya da baskıcı rejimlerde aktivistlerin anonim olarak iletişim kurması için de kullanılabiliyor.
Ortalama internet kullanıcılarının cesaret edebileceği bir alan değil dark web. Gerçi bant daraltmalar ve Twitter, Instagram gibi sosyal medya platformlarına erişememe durumunda VPN kullanarak engeli aşmayı öğrendiğimiz durumlar da olmadı değil...
Dark web 2016 yılında ABD seçimlerinde de çok tartışılmıştı. Donald Trump ve Hillary Clinton’ın yarıştığı seçimde, Rus bilgisayar korsanlarının, ‘etki’ kampanyaları için kullanılan internet siteleri ve sahte sosyal medya hesapları oluşturmak için dark web ve yaklaşık 95 bin dolarlık kripto para birimi kullandığı iddia edilmişti.
ABD’deki 2016 seçimlerindeki bazı siber saldırılar seçim güvenliğinin önemini gösteriyordu aslında.
Clinton’ın Trump’a karşı kaybettiği seçimde APT28 ve Fancy Bear olarak bilinen Rus bilgisayar korsanları, ‘bazı sırları’ sızdırmak için Demokratik Ulusal Komite ve Hillary Clinton’ın kampanyasına siber saldırılar yaptı. Saldırı, 140’tan fazla sunucuyu, 180 bilgisayarı devre dışı bıraktı. 11’den fazla sunucunun yeniden inşa edilmesi gerekti. Bunlar 1 milyon dolardan fazlaya mal oldu. İşin mali boyutu bir yana iddialara göre Rus bilgisayar korsanları verileri çaldı, yedekleme sunucularına, e-posta sistemlerine, sohbet mesajlarına erişim sağladı. 100’den fazla seçim görevlisi kimlik avının kurbanı oldu. Georgia seçmen veri tabanındaki güvenlik hataları nedeniyle 6,7 milyondan fazla kişinin kayıtları siber saldırılara ve veri ihlallerine karşı savunmasız kaldı.
Aynı seçimde, Kaliforniya’da bilgisayar korsanları, seçmen verilerine erişti ve seçmenlerin parti üyelikleri değiştirildi. Bu kişiler eyalete ön seçimlerde oy kullanamaz hale getirildi. Bu olay o dönemde hararetli tartışmalara neden olmuştu.
2008 seçimlerinde (tabii ki o dönemin teknolojisiyle bir de bu günü düşünün!) John McCain ve Barack Obama’nın kampanya bilgilerinin yer aldığı verilere erişildi. Bilgisayar korsanlarının, adayların Çin hakkındaki siyasi konumları hakkında bilgi aradıkları iddia edildi. Bu saldırı sonrasında Obama’nın kampanya ekibi, ‘virüs’ yayan yazılımlar ve veri ihlaline karşı güvenlik uzmanlarından oluşan bir ordu ekibi oluşturdu.
O ASLINDA BEN DEĞİLİMMMM!
Gelelim Deepfake’e... Geçen yıl bu konuyla ilgili uzun bir yazı yazmıştım. Köşeyi takip edenler belki okumuştur. Eğlenceli tarafları olsa da bazı durumlarda kötücül olabiliyor. Deepfake İngilizce ‘deep/derin’ kelimesiyle ‘fake/sahte’ kelimelerinin birleşimiyle oluşturulmuş bir kavram. Yayınlanan pek çok rapora göre bu teknoloji beklenenden çok daha hızlı bir şekilde yayılıyor. Güvenlik uzmanlarının yaklaşık yüzde 70’i Deepfake’i büyük bir tehdit olarak kabul ediyor. Bu terim ilk kez 2017 yılında kullanıldı. Deepfakes adlı bir kullanıcı Reddit’te yüzleri değiştirilmiş aktörlerin yer aldığı porno görüntüleri kullandı. Bu görüntüler pek çok kişinin itibarının zedelenmesine neden oldu.
Deepfake, insanların video ve ses kayıtlarına yüz ve ses eklemek için yapay zekayı kullanıyor. Yani biri hiç söylemediği şeyleri söylüyor, hiç yapmadığı şeyleri yapıyor. Hatta var olmayan olaylar ve sesler oluşturma yetenekleri de hayli gelişmiş durumda.
Bu işi yapmanın birkaç yöntemi var. En yaygın olarak kullanılanı yüz değiştirme tekniği. Tek ihtiyacınız olan bir video ve bu videoya eklemek istediğiniz kişinin görüntüleri. Gerisi detay. Yapay zekayı kullanmayı biliyorsanız işiniz hayli kolay demektir.
Eğlenmek için kullanacağınız pek çok yapay zeka uygulaması var. Ancak bunların sahte olduğunu ortalama bir teknoloji bilgisi olan herkes anlayabilir. Gerçekçi bir görüntü/ses oluşturmak için gereken yazılımların fiyatları hiç de ucuz değil.
“Ya işte bu o insanın sesi ne demek sahte” diye düşünmeyin. Sesi klonlanan kişiye yapay zeka yardımıyla istediğiniz her şeyi söyletebilirsiniz. Kaldı ki geçen hafta bazı siyasilerin asla söylemeyecekleri şeyleri söylediği videoları pek çoğunuz görmüş olabilir.
Türkiye seçimlere giderken bu tartışmalar devam ediyor ama ABD’deki 2024 seçimleri için şimdiden hazırlıklar başladı. Pek çok makale deepfake teknolojisinin şimdiden ABD başkanlık yarışında rol oynadığını anlatıyor. Geçen hafta teknoloji sitesi Wired’da da bu konu geniş bir biçimde ele alınmıştı.
Yapay zeka demokratikleştikçe, demokrasinin kendisi de yeni baskılar altına giriyor deniyor Wired’daki makalede. OpenAI’nin Dalle-E ve ChatGPT’sini kullanmanın kolaylığını düşünün.
Ya bu ve benzeri teknolojinin ehil ellerde olduğunda yapabilecekleri... ABD’de 2024 seçimlerinde yapay zeka kullanılarak yapılan ses, görüntü ve videoların çoğalması durumunda büyük bir tehdit oluşturacağı iddia ediliyor.
Yapay zekanın ürettiği içeriğin siyasette bir rol oynayıp oynamayacağı tartışılan bir mevzu değil, bu zaten oluyor. Joe Biden, Donald Trump’ın yer aldığı videolar her yerde ve tehdit büyüyor.
ElevenLabs’ın geliştirdiği yapay zeka programıyla birinin sesini klonlamak tahmin ettiğinizden çok daha kolay. Hani ben bile yaparım. Ama kusursuza yakın bir sonuç elde etmek için elbette dediğim gibi uzmanlık ve post prodüksiyon bilgisi gerekiyor.
ABD’deki seçimlerde bu tip görüntülerle ilgili korku hızla büyüyor. Çünkü biliyoruz ki yalan haber doğru haberden çok daha hızlı yayılıyor ve bu tarz haberlere inanma oranı çok çok yüksek.
Kamuoyunu etkilemek amacıyla siyasi figürlerin yaygın şekilde taklit edilmesini veya olayların manipüle edilmesini bekleyebiliriz.
Gerçek mi sahte mi her şey öylesine muallak ki... Sanırsınız Matrix’teyiz!
BEN SENİN BEYNİNİ OKURUM...
Okudu... Yapay zeka destekli bir beyin şifre çözücü düşünceleri okumayı başardı gibi görünüyor. Geçen hafta Nature dergisinde yayınlanan bir çalışma özetle diyor ki yapay zeka beynini okur kardeşim! Böyle bir teknoloji olur mu olmaz mı, ya galiba geliyor derken geldi.
Austin’deki Texas Üniversitesi’nde yapay zeka yardımıyla insanların beyin aktivitelerini yani zihnimizdeki düşünceleri gerçek konuşmaya çeviren bir teknik geliştirildi.
Geçmiş yıllarda beyne elektrotlar yerleştirerek, beyin aktivitesini okuyan ve bunu bir bilgisayar ekranında metne çeviren algoritmalar kullanılmıştı. Ama bunlar çeşitli karmaşık operasyonlar gerektiren ve özellikle felçli hastalar gibi küçük bir kesim için kullanılan uygulamalardı.
Yeni gelişme ise beyinden gelen dili deşifre edebilen daha farklı bir yöntem. Beynin farklı bölgelerindeki kan akışını ölçen fMRI taramaları ve ChatGPT benzeri büyük yapay zeka modelleri kullanılıyor.
Texas Üniversitesi’ndeki çalışmada katılımcılardan fMRI makinesindeyken bir hikaye anlatmayı hayal etmeleri istendi. Daha sonra bu yeni teknolojiyle kodu çözülmüş hikayenin orijinaliyle ne kadar iyi eşleşebildiği gözlemlendi. Bir örnek denek “Karımın fikrini değiştirdiğini ve geri döneceğini söylediği mesaja bak” diye düşündüğünde kodun beyni okuyarak tercüme ettiği cümle şu: “Bir nedenden dolayı bana gelip özlediğini söyleyeceğini düşündüm.”
Elon Musk Neuralink’le, Mark Zuckerberg Meta ile düşünceyi doğrudan nöronlarımızdan alıp gerçek zamanlı olarak kelimelere çevirebilen sistemler üzerine çalışıyor.
Mahremiyetimizin sınırı beynimiz. Şirketlerin, politika yapıcıların beynimizin verilerine eriştiğini düşünün. Satın alma kararlarımız, politik düşüncelerimiz....
Bu gelişmeler korkutucu değil de nedir?