Ufak bir rahatsızlıkta acaba neyim var diye ‘Google’lamayan var mı? örneğin “Kolda ağrının nedenleri?” diye bir soru sordunuz. Önünüze gelen sonuçlarda kalp krizinden kansere, enfeksiyondan ezilmeye pek çok teşhisle karşılaşabilirsiniz. Bu nedenle doktorlar sağlıkla ilgili bir sorun baş gösterdiğinde Google’a sormanın yanlış olduğu konusunda hemfikir.
Tam tersi doğru olabilir mi fikrinden yola çıkarak geniş kapsamlı bir araştırma yapılmış. Sonuç şaşırtıcı: Semptomları Google’a sormak o kadar da kötü bir fikir olmayabilir.
Araştırma 5 bin kişi üzerinde yapılmış. Katılımcılara semptomlardan oluşan örnek vakalar sunulmuş ve interneti kullanarak teşhis koymaları istenmiş. Aç Google, sor şipşak, 12 dakikada teşhise ulaşmışlar. Aynı vakalar bu 5 bin kişinin dışında Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki 21 doktora da verilmiş. Harvard doktorlarının teşhisteki başarı oranı yüzde 90, katılımcılarınki de yüzde 54... Pek de fena bir sonuç değil.
Araştırmacıları asıl şaşırtan şey ise başka bir durum. Katılımcılara internetten yararlanmadan önce kendi değerlendirmelerine göre bir teşhis koymaları, sonradan arama motoruna bakarak aynı vakayı tekrar gözden geçirmeleri istenmiş. Yüzde 85’i ilk koyduğu teşhisten vazgeçmemeyi seçmiş. İnternete sorularak koyulan teşhislerde doğruluk oranı yüzde 54 iken, sormadan önceki teşhislerdeki başarı oranı yüzde 50. Bu oranlar düşük görünse bile hem araştırmayı yürüten ekip hem de Harvard doktorlarının beklentilerinin çok üzerinde. Uzmanlara göre bu oranlar insanların kendi kendinin doktoru olmada tahmin edilenden daha iyi olduğu gösteriyor.
Ancak “Ben kendi kendimin doktoruyum” diye böbürlenmek sıkıntı yaratabilir. Tıpta kesin, değişmez doğrular ve yanlışlar yok. Bir dizi semptom için gidilen birden fazla doktor bile farklı teşhislerde bulunabiliyor. Araştırmacılar bu çalışmada aynı vakaları değerlendiren Harvard doktorlarının kesin bir teşhiste fikir birliği sağlayamamış olmalarının da bu ilkeden kaynaklandığını düşünüyor. Sonuç mu? Semptomlarınızı Google’a sormak her durumda korkunç bir hata değil ama yanılıyor olabileceğiniz gerçeğini göz ardı etmemelisiniz.
YouTube depresyona iyi gelir mi?
Sağlık sorunları ile ilgili internetten yararlanmak ne kadar doğru konusunda yakın tarihli bir başka araştırma daha var. Klinik psikologlar Andrew Devendorf, Ansley Bender ve Jon Rottenberg bir sosyal medya kanalının depresyon hakkında nasıl bilgiler sunduğunu merak edip 327 YouTube videosunu incelemiş.
İzlenen videoların yaklaşık yüzde 50’si depresyonu ‘beyin hastalığı’ ya da ‘beyin kimyasındaki dengesizlik’ gibi biyolojik bir sorun olarak sunuyor. Yüzde 40’ından fazlası işini kaybetmek, istismara maruz kalmak ya da hayattaki diğer sorunların depresyona neden olabileceğini anlatıyor. Uzmanlar bunların yalnızca ‘kısmen’ doğru olduğu görüşünde.
Çoğu durumda depresyon biyolojik, çevresel ve psikolojik koşulların bir kombinasyonu. Ancak YouTube’da incelenen videoların sadece yüzde 8’i güvenilir bilgi veriyor.
YouTube’da konuyla ilgili incelenen videoların çoğunda depresyonun yıllarca bazen de ömür boyu sürdüğü iddia ediliyor. Elbette böyle bir şey mümkün. Ancak pek çok kişinin depresyonu doğru bir psikolojik yaklaşımla sadece birkaç ya da bir yıl içinde geçiyor uzmanlara göre. Depresyonla ilgili YouTube’da video izleyip “Ben asla iyileşmeyeceğim” diye düşünenlerin vay haline…
Sorumsuz videoların sınırı yok, ayarı da yok. Bazıları “kurtuluş zor” derken bir kısmı da “kolayca kurtulursunuz” diyor.
İncelenen bazı videoların dediğine göre depresyondan kolayca kurtulmak mümkün. Örneğin açık havada yürümek, bitter çikolata yemek, sevdiğiniz bir arkadaşınızla kahve içmek, güzel bir film izlemek depresyondan çıkmaya yardımcı oluyormuş. Üstelik bu videolar milyonlarca kişi tarafından izlenmiş. Evet çikolata yemek keyif verir, iyi bir film izleyip can sıkıntısından kurtulabilirsiniz o kadar.
İnternet ve sağlıkla ilgili iki ayrı araştırma ve sonuçları böyle… Görünen o ki arada semptomlarınızla ilgili kısa bir Google araştırması yapılabilir ama çözüm bulma anlamında uzak durmakta yarar var.
Zenginin malı...
Pandemi tüm dünyada ekonomiyi vurdu, yüz milyonlarca kişi işsiz kaldı. Ama salgın sürecinde servetine servet katanlar da var.
Teknolojinin dünyaca ünlü mega zenginleri, mega mega zenginliğe terfi etti. Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, Facebook kurucusu Mark Zuckerberg bu isimlerden sadece ikisi. Twitter’ın patronu Jack Dorsey de servetini ikiye katladı. Silikon Vadisi’ndeki farklı birçok teknoloji şirketi için durum farklı değil. Verilere göre dünyanın en zengin 500 insanı, 2020’de daha da zenginleşti.
Milyarderlere bakış açısı salgın sürecinde değişti mi sorusuna cevap arayan haber sitesi Vox, düşünce kuruluşu ve anket şirketi Data for Progress ile birlikte bir anket yaptı.
Veriler, iş fırsatları yaratan, düşünce liderleri olarak görülen ultra zenginlerin takdir edildiği günlerin geride kaldığını gösteriyor. Servet eşitsizliğini daha da artıran salgın karşısında ABD’liler zenginlerin daha da güçlenmesinden rahatsız.
Ankete katılanların yüzde 72’si milyarderlerin daha da zengin olmasının haksızlık olduğunu düşünüyor. Milyarderlerin ülke için iyi bir rol model olduğunu düşünenlerin oranı sadece yüzde 23.
Bill Gates en ‘popüler’ zengin
Milyarderler hakkında genel olarak olumlu duygular hissedenler yüzde 36. Siyahi Amerikalılar, diğer ırksal gruplara göre zenginlere karşı daha olumlu düşünceye sahip. Çok da şaşırtıcı değil ama Demokratların milyarderlere tepkili olma oranı Cumhuriyetçilerden daha yüksek.
Bill Gates, Elon Musk, Jeff Bezos ve Mark Zuckerberg... Bu dört isim salgın sürecinde de dünyanın en etkili insanları arasındaydı. Elon Musk ankette, teknoloji milyarderleri arasında popüler isimlerden biri. Katılımcıların yüzde 50’si Tesla’nın kurucusu hakkında olumlu bir görüşe sahip. Pandemi sürecinde kendi adını taşıyan vakıf üzerinden ciddi çalışmalar ve yardımlar yapan Bill Gates yüzde 55 ile özellikle demokratlar arasında seviliyor.
Amazon’un patronu Jeff Bezos ve Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg teknoloji devleri arasında en az popüler olanlar.
ABD’liler milyarderlerin siyaset üzerinde etkisi olduğu konusunda birleşiyor. Ankete katılanların yüzde 61’i ‘aşırı’ zenginlerin 2020 seçimlerinde etkili olduğu kanaatinde. ABD Başkanı Joe Biden’ın bu milyarder sınıfa ne kadar yakın olduğu inancının da oranı ilginç. Demokratların yüzde 20’si, Cumhuriyetçilerin yüzde 72’si Biden’ın zenginlerle yakın işbirliğinde olduğunu düşünüyor.
Türkiye’de de benzeri bir anketin yapılmasını merakla bekliyorum.
Ömür biter bu piller bitmez!
Cep telefonlarımızı hiç şarj etmesek ne güzel olur değil mi? Ya da elekrikli otomobiller 100 yıl hiç şarj edilmeden kullanılabilse… Olur mu olur! Ne de olsa Einstein’ın dediği gibi “Hayal gücü bilgiden daha önemli.” Hele de birileri bu hayalleri gerçekleştirmek için önemli adımlar atıyorsa…
Pil teknolojisi, devrim niteliğinde bir gelişmeye hazır gibi görünüyor. Fosil yakıtları azaltmak hatta ortadan kaldırmak için dünyanın hemen her yerinde hummalı çalışmalar yapılıyor.
ABD Kaliforniya’daki Nano Diamond Battery (NDB), şarj ömrü 28 bin yıl (hayır yanlış yazmadım) yirmi sekiz bin yıl sürecek bir pil tasarladığını söylüyor. Gelişmenin özeti şu: Nükleer atıklar ve elmas birlikteliği… İkisinin ilişkisi ciddi, bir sonraki aşamaya geçmeye de hazır gibi görünüyorlar. NBD’nin oyunun kuralını değiştirebilecek projesindeki piller bir insan ömründen kat kat fazla dayanmasının yanı sıra kendi kendini şarj etme özelliğine de sahip.
NDB’nin tasarladığı pilin sistemi şu şekilde işliyor: Nükleer atıkları oluşturan grafit çubuklar ısıyla gaza dönüştürülüyor. Bu radyoaktif Karbon 14 aslında elmas… Bu elmaslar radyoaktif bir alanda elektrik akımı üretebiliyor. Daha güvenli olması için bu elmaslar sentetik olarak üretilmiş elmasla kaplanıyor. Alın size evladiyelik pil… Üstelik uygun koşullarda saklamak için milyarlarca dolar harcanan nükleer atıkların geri dönüşümü ve çevreyi koruma anlamında da çok önemli.
Elmas pil, uzay projeleri ve farklı niş alanlar için geliştiriliyor. Ancak hepimizin gündelik hayatta kullanabileceği prototipler de hazırlanıyor.
Farklı şirketler de daha iyi piller üretmek için çalışıyor. Çinli ‘batarya devi’ Contemporary Amperex Technology Co. Ltd., elektrikli araçlarda kullanılabilecek ve milyonlarca kilometre gitmeye dayanıklı piller üretmeye hazır olduğunu duyurdu. Bu pillerle araçlar yaklaşık 650 kilometre şarj etmeden gidebilecek. Elon Musk, şirketle iki yıllık bir anlaşma imzaladı bile.
Tüm bu teknolojiler oyun değiştirecek güçte. Eğer kısa sürede hayatımıza girerlerse bizi ilginç günler bekliyor.
Ama şu anda bilgisayarımın bataryası bitmek üzere ve yıllarca şarj etmeme gerek kalmayacak bir teknolojinin hayaliyle fişe takmak durumundayım.