Ezberleri bozan, kararlarına istinasız saygı gösteren futbolcular, oyuncularla arasında doğrudan bakış sahneleri, futbola dair oluşturulan tüm paradigmaları değiştiren, inandığımız tüm komplo teorilerini altüst eden, oyuncusu hatalı-hatasız oyundan atılsa dahi hakemin üzerine yürümeyen elini kolunu parmağını dahi sallamayıp, suçu kendisinde oyuncusunda arayan, kendini arka planda tutup oyuncularını alkışlatmayı adet haline getirmiş bir teknik direktör…
Ülkemize daha öncesi böyle teknik direktörler gelmedi mi? Tabii ki geldi, daha iyileri daha başarılıları da geldi. Biz ne öğrendik, futbolumuza ne bıraktılar dersek koskoca hiçbir şey. Ne aldılar dersek milyon eurolar.
Fenerbahçe Jorge Jesus ile güzel bir çıkış yakaladı. Lig ve Avrupa Ligi grubunda zirvede, 4 kez 5 veya üzeri gollerle galibiyetler aldı. Sarı-Lacivertliler her zaman olduğu gibi o kadar havaya sokuldu ki, lig oynanmadan şampiyon ilan edildi. Şampiyon olan her takımın dilinden düşürmediği motorları maviliklere indireceğiz şampiyonluk şarkıları söyleyeceğiz yaz şarkısı unutulup, montları çıkarmadan şampiyon olacağız söylemleri erken başladı. Nereye kadar; Giresun maçını kaybedene kadar.
Evet Jesus saha kenarında iyi futbolcular iyi ama Fenerbahçe’nin Karagümrük maçı ile başlayan bir düşüşü vardı. Adına yorgunluk denilebilir, rehavet duygusu denilebilir, futbolcuların ben oldum düşünceleri hepsi söylenebilir. Ancak görülen en büyük sorun birkaç oyuncunun takım disiplininden kopması. Valencia, İrfan ve Serdar Aziz, Pedro, Batshuayi gibi.
Dünya Kupası arası Fenerbahçe için hem dinlenme hem kaybolan disiplinin geri gelmesi için çok önemli bir fırsat, burada en büyük güvence tabii ki Jesus. Yönetime bu zamanda çok önemli görev düşüyor, başından beri sonsuz güvendiği Portekizli hocayı, görevde olan- olmayan teknik direktörlerle ilgili kıyaslamalar içinden uzak tutmalı, sosyal medya ve basında tartışma konularının içine çekmemeli.