ABD’de olağanlaşmaya başlayan fakat aslında tarzı itibariyle olağanüstü bir görev değişimi oldu. Trump, twitter aracılığıyla Tillerson’ı görevden aldığını, yerine Pompeo’yu dışişleri bakanı olarak atadığını duyurdu. Aslında bu Trump Amerika’sıyla alakalı kanıksanmaya başlayan bir manzarayı teşkil ediyor. Normların, kuralların ve kurumların içi teker teker boşalıyor. Trump tarzını sadece iç politika başlıklarında değil dış politika yaklaşımında da açık bir şekilde ortaya koyuyor. Kurumsal ittifaklar, geleneksel müttefikler ve tarihsel bağlar Trump’ın tahayyül dünyasında pek birşey ifade etmiyor. Bu başlıkları daha normatif daha jeopolitik bir bakış açısıyla değerlendirmekten ziyade onları sadece ekonomik bir getiri-götürü hesabı üzerinden değerlendiriyor. Trump, NATO’ya da NAFTA’ya da böyle bakıyor. Trump, sadece Türkiye için değil global bir problem alanını temsil ediyor. Her ne kadar Trump, sistemdeki yanlışlıkların ve aksaklıkların bir sonucu olsa da aldığı kararlarla yeni ve bazıları da sistemik olan problemlerin de sebebi oluyor. Mesela, ticari konularda aldığı korumacı kararlarla hem global ticaretin geleceğini hem de globalleşme mefhumunun meşruiyetini tartışmaya açıyor.
***
Fakat Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerin kötüleşmesini sadece Trump faktörü üzerinden açıklamak mümkün değil. Trump faktörü ilişkilerdeki öngörülmezlik derecesini artırdı. Yine Türk-Amerikan ilişkilerini taşıyan kurumsal ayaklardan olan Dışişleri Bakanlığının içini Tillerson döneminde boşaltarak ilişkilerin makul bir zeminde toparlanmasını daha da güçleştirdi. Fakat Türk - Amerikan ilişkilerindeki krizi sadece Trump üzerinden açıklamak güç.
Hatta, Türkiye’de epey alıcısı olan Obama faktörü de Türk - Amerikan ilişkilerindeki krizi tek başına açıklamaya yetmiyor. Şüphesiz, Amerika’nın Obama döneminde izlediği Suriye siyaseti veya siyasetsizliği Türk - Amerikan ilişkilerine büyük bir darbe vurdu. Bugün Esad’ın hala iktidarda olmasında, Rusya ve İran’ın Suriye dosyasında baskın aktörlere dönüşmesinde ve PKK’nın bu ölçekte ihtiraslara kapılmasında Obama yönetiminin büyük bir payı var. Buna rağmen, Obama yönetiminin özellikle ikinci iktidar döneminde Türk - Amerikan ilişkileri türbülanslı bir döneme girmiş olsa da ilişkilerdeki krizin daha uzun bir arka planı ve daha yapısal bir zemini var. Bu ilginç bulunabilir. Şöyle bir argüman dile getirilebilir: Türk - Amerikan ilişkilerinde bugün tartıştığımız başlıkların birçoğu son birkaç yılın ürünü. Bunların hiçbirinin başlangıç noktası Obama öncesine dayanmıyor. Ne PYD meselesinin ne Fethullah Gülen’in ABD’deki ikametinin bir krize dönüşmesi ne de Zarrab davasının uzun bir geçmişi var. Halbuki doğum tarihleri birkaç yılı geçmeyen bu krizler 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle güçlü bir kurumsal zemine kavuşan Türkiye - ABD arasındaki ittifakı temellerinde sarsıyor. Bu durum da ya Türkiye - Amerika arasında daha önce varolduğu düşünülen ittifak ilişkilerini tekrardan düşünmemizi ya da mevzubahis krizleri farklı bir şekilde değerlendirmemizi gerekli kılıyor. Muhtemelen ikisini aynı anda yapmamız gerekiyor. Kişisel kanaatim son birkaç yıldaki krizlerin bu ölçekte kangrenleşmesi, ilişkilerde tedrici olarak biriken gerilim ve krizlerin üzerine gelmelerinden kaynaklanıyor. İlişkilerin uzun bir süredir krizlerin gerekçelerini veya nüvelerini biriktirmeleri ise Arap isyanları ve Suriye krizi gibi önceden kestirilemeyen tarihsel olaylardan kaynaklandığı gibi ilişkilerin bizatihi mahiyetinden de kaynaklanıyor.
İlişkileri uzun bir süredir krizlere gebe kılan veya ortaya çıkan krizlerin çözümünü güçleştiren üç yapısal başlıktan bahsedebiliriz. Birincisi, Türk-Amerikan ilişkileri veya ittifakı büyük oranda Soğuk Savaşın eseriydi. İlişkilerin çerçevesi ve anlamı büyük oranda Soğuk Savaş tarafından şekillendirildi. ABD’de Türkiye’ye müzahir birçok yetkili veya uzman Türk - Amerikan ilişkilerine dair Soğuk Savaş temalı ve Sovyet tehditi merkezli bir anlatı geliştirdiler. Soğuk Savaş sonrası dönemde ilişkilerin yeni döneme uyarlanmasına dair esaslı bir çaba ortaya konulmadı. ABD’deki neo-conların bir dönem tekrardan popüleştirdikleri ılımlı İslam veya Türkiye’nin rol modelliği söylemini bir kenara koyacak olursak, yeni dönemin (Soğuk Savaş sonrası) anlatısı geliştirilmedi. Dolayısıyla uzun bir süredir ilişkilerin hem çerçevesinde hem de anlatısında sorun var.
***
İkincisi, bu ilk gerekçeye bağlı olarak, Türkiye ve ABD’nin tehdit algıları arasındaki makas uzun bir süredir açılıyor. Bunun en net yansımasını Suriye’de gördük. Suriye’de ABD’nin müttefiklerini Türkiye, Türkiye’nin müttefiklerini ABD tehdit olarak algılıyor.
Üçüncüsü, hem ABD'de hem de Türkiye'de Türk - Amerikan ilişkilerinin hem kurumsal hem de elitler düzeyindeki sahipliğinde zayıflama yaşanıyor. Geleneksel olarak Türkiye'de Dışişleri Bakanlığı ve Ordu, ABD'de ise Pentagon ve Ordu Türk - Amerikan ilişkilerinde merkezi bir role sahipler. Türkiye tarafına baktığımızda bu resimde birkaç değişim yaşandı. İlk olarak, daha önceki vesayet sisteminin geriletilmesiyle beraber ordunun siyasal sistemdeki konumu değişti. Buna müteakiben FETÖ'nün darbe girişiminden sonra orduda NATO bağlantılı askerlerin ciddi bir kısmının FETÖ mensubu çıkması ve akabinde ordu'dan atılmaları Türk - Amerikan orduları arasındaki iletişim kanallarını olumsuz etkiledi. Son olarak, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasıyla başlayan ve 16 Nisan referandumuyla resmiyet kazanan Türkiye'nin siyasal sisteminin ağırlık merkezinde yaşanan değişim Türk-Amerikan ilişkilerinin kurumsal zeminine yeni bir girdi soktu.
İlişkilerin Amerika tarafına baktığımızda ise Irak işgali deneyimiyle 1 Mart tezkeresinin reddi Amerikan ordusunda güçlü bir Türkiye karşıtı damar oluşturdu. Buna ilaveten, ABD'nin Ortadoğu siyasetinin gittikçe CENTCOM'a havale edilmesi, operasyonel-askeri bakışın stratejik ve siyasal olana öncelenmesi Türk - Amerikan ilişkilerini zehirleyen bir işlev gördü.
Zaten Türk-Amerikan ilişkilerinin kurumsal ve elit sahipliğinin tahrip olması, normalde yönetilebilir olan krizlerin derinleşmelerine yol açıyor. Obama'nın siyasetsizliği ve Trump'ın öngörülmezliği Türkiye - ABD ilişkilerini negatif etkilediği ortada, ancak bu ilişkileri zehirleyen yapısal faktörlere bir çare bulunmadığı sürece, ABD'deki başkanın niteliğinden bağımsız olarak Türk - Amerikan ilişkileri gerilimli olmaya devam edecektir.