Suriye krizinin her aşamasında ‘yeni gerçeklik(ler)’ vurgusu sıkça yapıldı. 2011’de mevzubahis edilen gerçeklik, 2012’den farklıydı. 2012, 2013’ten o da 2014’ten farklıydı. Hasılı Suriye krizinin her yeni yılında hatta ayında Suriye’deki “yeni gerçeklikten” bahseder olduk. Üretilecek politikanın bu yeni gerçekliği veri alarak şekillenmesi gerektiği salık verildi. Fakat Suriye’deki ‘yeni gerçeklik’ söylemi savaşın bütün evrelerinde sıklıkla kullanılmasına rağmen, bu ‘yeni gerçekliğin’ ne kadar gerçek olduğu sorusu pek sorulmadı. Tıpkı bugün de sorulmadığı gibi... Kendi kanaatimi en başta söyleyecek olursam, Suriye’de tekil bir şekilde kabul görmesi gereken ‘yeni bir gerçeklik’ bulunmuyor. Bunun yerine, ya Suriye’de henüz herhangi bir gerçekliğin oluşmadığı ya da sahada ve masada çoğul gerçekliklerin olduğu teşhisini yapmamız gerekir. Zaten Suriye denklemini bu kadar karmaşıklaştıran gerekçelerin başında da Suriye’de henüz tanımlanabilir ve sürdürülebilir bir gerçekliğin oluşmaması yatıyor. Sahadaki her aktörün kazanımları hâlâ kırılgan ve geri döndürülebilir bir halde bulunuyor. Bu kazanımlar tamamıyla olmasa da en azından kısmen geri döndürülebilir durumdadır. Bu böyle olduğu için zaten Suriye’de saha masadan daha fazla önem arz ediyor. Hatta bu durumu sadece Suriye’yle sınırlamayıp, Ortadoğu’nun geneline de uyarlayabiliriz.
***
Ortadoğu’nun bugün sürdürebilir net bir gerçekliği bulunmuyor. Muhtemelen ne Suriye ne de Ortadoğu’da önümüzdeki görünen yakın dönemde de böylesi bir gerçeklik vücuda gelmeyecek. Katar krizinde de, Irak Kürdistanı - Irak ilişkilerinde de, Yemen’de de bu durumu bütün berraklığıyla gördük. Ortadoğu’da bölgesel bir statükonun oluşmamış olması, zemini her yerde kaygan, kazanımları ise kırılgan kılıyor. Yeni gerçeklik olarak takdim edilen şey birçok sefer Ortadoğu’nun her gün değişen, dönüşen ve derinleşen kriz alanlarındaki sahnelerden sadece birini temsil ediyor, filmin sonunu değil. Yaşananlar, filmin sonunu zaten çok uzun bir süre daha göremeyeceğimize işaret ediyor.
Ana meselemize tekrar dönecek olursak, Suriye’de bugün yeni gerçeklik olarak bahis konusu yapılan şeyi, Esad rejiminin savaşı kazanıyor olması oluşturuyor. Buradan yola çıkılarak çeşitli varsayımlarda bulunuluyor veya projeksiyonlar yapılıyor. Bu yeni gerçekliğin en maksimalist versiyonunu, Esad’ın sadece savaşı kazanmakla kalmadığı, aynı zamanda ülkenin her tarafında iktidarını tekrardan tesis edeceği bir süreci başlattığı iddiası temsil ediyor. Bu iddia ve varsayım ise Suriye’deki ‘yeni gerçeklik’ olarak takdim ediliyor.
Muhalefetin Suriye’de hem sahada hem de masada günbegün gerilediği ortada. Fakat bu rejimin bu savaşı tamamıyla kazandığı veya kazanacağı manasına gelmiyor. Rejim kazanıyor yargısı veya ‘gerçekliği’ büyük oranda Ruslar ve İran’ın sahaya bizzatihi inerek ve bedel ödeyerek sahada oluşturdukları yeni güç dengesine dayanıyor. Fakat bu tamamıyla değişmeyecek bir durumu temsil etmiyor. Geçen hafta İran-İsrail-Suriye arasında yaşananlar Suriye’deki Güney cephesinin yeniden hareketlenebileceğini gösterdi. Doğu’da Amerikalıların rejim ve İran’a müzahir güçleri bombalaması ise rejimin Suriye’nin bütününe iktidarını yayabileceği teorisinin altının ne kadar boş olduğunu teyit etti. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, sahada rejim-muhalefet denkleminden oluşan yeni askeri güç dengesinden yola çıkarak rejimin ülkenin her tarafında iktidarını yeniden tesis edebileceği varsayımı sahanının gerçekleriyle çelişiyor. Bunun yerine, önümüzdeki dönemde Suriye sahasında yer alan bölgesel ve uluslararası güçlerin nüfuz alanlarını hem derinleştirme hem de genişletme mücadelelerine daha fazla şahit olacağız. Bu aktörler arasındaki etkileşimler veya mücadeleler ise Suriye savaşının seyrini ciddi manada etkiyebilecek sonuçlar doğurabilir.
***
Suriye’de bugün yaşananları kısmi ölçüde II. Dünya Savaşı sonrası Berlin’de yaşanan duruma biraz benzetebiliriz. Berlin’in Sovyetler Birliği’nin, Amerikan, İngiliz ve Fransızların nüfuz bölgelerine ayrılmasının benzerinin daha kanlı bir versiyonu Suriye’de yaşanıyor. Fakat buradaki ölçeği bir şehir değil, bir ülke oluşturuyor. Yine Suriye’de mücadele eden bölgesel ve uluslarası aktör çeşitliliği Berlin’inkinden daha fazla bir durumda. Şu an itibariyle bu aktörlerin çıkarlarının uzlaştırılabileceği veya kaygılarının makul bir zeminde giderilebileceği bir formül üretilebilmiş değil. Böylesi bir çözüm veya formül üretilmediği sürece de Suriye’nin sürdürülebilir bir ‘yeni gerçekliği’ vücuda gelmeyecektir.