Suriye’de takvimin hızlı aktığı bir dönemden geçiyoruz. Hem sahada hem diplomasi de yaşananlar Suriye krizinde önemli bir dönemeçten geçtiğimize işaret ediyor. Bu durum analistlerin bazı iddialı yargılar ortaya koymalarına yol açabiliyor. Öncelikle, Rusya-İran-Türkiye arasında Moskova’da yapılan görüşmeler ve akabinde yayınlanan bildiri insani dramın azaltılmasına katkı sunabilir. Fakat buradan Suriye için bir çözümün çıkması pek olası gözükmüyor. Her şeyden önce bildiri sağlıksız bir zemin üzerine bina edilmişti. Suriye krizini terörizm, insani dram ve insani yardım başlıklarına indirgeyen yaklaşım metnin ruhuna sinmişti. Bazı nüansları çıkaracak olursak, İran, Rusya ve rejimin Suriye krizini okuma ve anlamlandırma biçimi metne temel dayanak olduğu görülüyor. Her ne kadar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 nolu kararına atıf yapılmış olsa da ve yine bu görüşmelerin Cenevre’de yapılan görüşmeler için tamamlayıcı bir niteliğe sahip olduğu iddia edilse de ortaya çıkan bildiri aksi bir resime işaret ediyor.
Eğer Moskova metni, Astana görüşmelerine temel teşkil edecekse (ki muhtemelen temel teşkil edecektir) muhalefet ancak buradan çok sınırlı ve kozmetik kazanımlar elde edebilir. Buna ilaveten, Putin, Astana’daki görüşmelere Türkiye, İran ve Rusya’nın dışında rejimin de katılmayı kabul ettiğini duyurdu. Eğer bu gerçekleşirse (Türkiye’den buna henüz bir itiraz gelmedi), bu rejimin meşruiyetini tescil eder.
BMGK kararı da daha önceki Cenevre süreçleri de Suriye’de nihayetinde bir geçiş süreci, güç paylaşımı ve iktidar değişimini (veya çeşitlenmesini) öngörüyordu. Moskova görüşmesi ve bildirisi, bundan sonraki görüşmelerin bu zeminde ilerlemeyeceğini gösteriyor. Muhalefetin çok sınırlı ve kozmetik reformlarla tatmin olması ve insani dramdan kısmi bir azalış bu görüşmelerin temel hedefi olacak gibi görünüyor. Tabii caizse, rejim konusunda Rusya’nın rejimin meşruiyetini artırmak için daha önce oluşturduğu Moskova muhalefetinin anlayışı bu görüşmelere temel teşkil etmiş görünüyor.
Suriye sahasında birincil dereceden etkin dört tane dış güç var: Rusya, İran, Türkiye ve ABD. Bunlardan her birinin sahada oyun bozma kapasiteleri var. Türkiye’nin ana kaygı noktalarını oluşturan PYD ve IŞİD meselelerinde de ABD en birincil güç konumundadır. ABD’nin o masada oturmaması büyük bir eksikliktir. Suriye krizinin bu hale gelmesinde ABD’nin büyük bir payı var. ABD, yaptıkları ve yapmadıklarıyla Rusya ve İran’ı Suriye’de kritik bir konuma getirdi. Buna rağmen, ABD’nin masada olmaması Türkiye’yi Rusya ve İran karşısında daha zayıf kılmakta ve üzerinde uzlaşılan hususların uygulanmasını güçleştirebilir.
Aynı şekilde, Suriye krizinde ikincil derecede önemli Arap ülkelerinden kimsenin olmaması Moskova görüşmelerinin diğer bir eksik tarafını oluşturmaktadır. Katar veya Suudi Arabistan’dan birinin de bu görüşmelere davet edilmesi gerekirdi. Buna ilaveten, Moskova bildirisi, Hizbullah, Şii Milisler ve PYD gibi tartışmalı başlıklara herhangi bir atıfta bulunmadı. Bu durum Türkiye ile İran arasındaki rekabetin eseri gibi görünüyor.
Tabii ki Türkiye’nin bu şekilde genel Suriye siyasetini ve Fırat Kalkanı operasyonunun geleceğini Rusya ile kurduğu ilişkilere endekslemesi Türkiye’nin pozisyonunu kırılgan kılıyor. Türkiye, Halep’ten kaçan savaşçıların bir kısmıyla Fırat Kalkanı Operasyonu’nu tahkim etmeyi düşünüyor. Fakat bundan sonra rejim-Rusya-İran’ın muhtemel hedefi olacak İdlib’in düşmesi durumunda Fırat Kalkanı operasyonun geleceği daha fazla rejim-Rusya-İran’ın insafına terk edilmiş olacaktır.
Halep’in hemen dışında rejimin cumartesi günü yaptığı bombalamalar bu görüşmelerin sınırlarıyla rejim ve onu destekleyenlerin ciddiyetini göstermektedir. ABD’ye duyulan haklı kızgınlık ve öfke Türkiye’yi daha fazla Rusya’ya bağımlı kılacak bir siyaset izlemesine yol açmamalı. Jet krizi Rusya’nın Türkiye’ye ödetebileceği maliyetleri açık bir şekilde ortaya koydu. Türkiye, bunun farkında olarak Rusya ile ilişkilerinde bir denge gözetmelidir.