Millet kararını verdi. Az bir farkla da olsa paket geçti. Sonuç itibarıyla galibiyet galibiyettir. Kırılgan da olsa... Seçim veya demokrasi aritmetiği böyle işleyen bir şeydir. İdeal üzerinden değil minimum koşullar üzerinden işleyen bir süreçtir. Fakat bu referandum bize seçim aritmetiği ile siyasal aritmetik arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmemiz gerektiğini ortaya koydu.
Seçimden önce evet ve hayır bloklarının toplam oy oranları hesaplanıp genellikle evet lehine rahat bir sonucun ortaya çıkacağına dair birçok yoruml yapılırdı. Ortaya çıkan sonuç, siyaseti temelde bir matematik veya aritmetik meselesine indirgeyen bu ve benzeri yaklaşımları tekrardan gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koydu. Aslında AK Parti'nin kendi siyasal tarihi, siyasetin bir aritmetik meselesine indirgenmesinin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyuyor.
2002 yılında yüzde 34.3 oy alan, 2007'deki Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sonrasında girilen seçimde oylarını yüzde 46.5'e çıkaran AK Parti'nin ana aktörlüğünü yaptığı ve genel seçimlerin süresini 5 yıldan 4 yıla indiren, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesini öngören paket ise halk oylamasında yüzde 69, yani AK Parti'nin en son seçimde aldığı oyun yaklaşık 23 puan üzerinde bir destek aldı.
Benzer şekilde 2009 yılı yerel seçimlerinde oyları yüzde 38 civarına düşen AK Parti'nin tek başına siyasal sözcülüğünü yaptığı anayasa paketi, 2010 yılındaki halk oylamasında yüzde 58 ile kabul gördü. Meclisteki iki muhalefet parti (MHP-CHP) pakete aktif muhalefet etti. BDP ise referandumu boykot etti. Buna rağmen, bu sonuç AK Parti'nin en son seçimde aldığı oy oranının yaklaşık 20 puan üzerindeydi. Bu her iki halk oylaması döneminde de ne AK Parti sistemde bu ölçekte güçlüydü ne de medyayı bu ölçekte kontrol edebiliyordu. Fakat her iki halk oylamasında paketlerin reformcu görülmesi, reel sorunlara çözüm üretmesi ve daha iyi bir gelecek vaat etmesi, AK Parti'nin kendi doğal tabanının çok üzerinde bir kesime ulaşmasına imkan sağladı. Elitlerin muhalefetine rağmen AK Parti, geniş bir toplumsal blok oluşturdu. Yani siyasal aritmetik bu referandumlarda seçim aritmetiklerine kıyasla daha fazla AK Parti'nin lehine işliyordu.
Seçimden önce evet ve hayır bloklarının toplam oy oranları hesaplanıp genellikle evet lehine rahat bir sonucun ortaya çıkacağına dair birçok yoruml yapılırdı. Ortaya çıkan sonuç, siyaseti temelde bir matematik veya aritmetik meselesine indirgeyen bu ve benzeri yaklaşımları tekrardan gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koydu. Aslında AK Parti'nin kendi siyasal tarihi, siyasetin bir aritmetik meselesine indirgenmesinin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyuyor.
2002 yılında yüzde 34.3 oy alan, 2007'deki Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sonrasında girilen seçimde oylarını yüzde 46.5'e çıkaran AK Parti'nin ana aktörlüğünü yaptığı ve genel seçimlerin süresini 5 yıldan 4 yıla indiren, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesini öngören paket ise halk oylamasında yüzde 69, yani AK Parti'nin en son seçimde aldığı oyun yaklaşık 23 puan üzerinde bir destek aldı.
Benzer şekilde 2009 yılı yerel seçimlerinde oyları yüzde 38 civarına düşen AK Parti'nin tek başına siyasal sözcülüğünü yaptığı anayasa paketi, 2010 yılındaki halk oylamasında yüzde 58 ile kabul gördü. Meclisteki iki muhalefet parti (MHP-CHP) pakete aktif muhalefet etti. BDP ise referandumu boykot etti. Buna rağmen, bu sonuç AK Parti'nin en son seçimde aldığı oy oranının yaklaşık 20 puan üzerindeydi. Bu her iki halk oylaması döneminde de ne AK Parti sistemde bu ölçekte güçlüydü ne de medyayı bu ölçekte kontrol edebiliyordu. Fakat her iki halk oylamasında paketlerin reformcu görülmesi, reel sorunlara çözüm üretmesi ve daha iyi bir gelecek vaat etmesi, AK Parti'nin kendi doğal tabanının çok üzerinde bir kesime ulaşmasına imkan sağladı. Elitlerin muhalefetine rağmen AK Parti, geniş bir toplumsal blok oluşturdu. Yani siyasal aritmetik bu referandumlarda seçim aritmetiklerine kıyasla daha fazla AK Parti'nin lehine işliyordu.
16 Nisan halk oylamasında ise tersi bir resim ortaya çıktı. Bu paketi desteklemek için ortaya çıkan muhafazakar-milliyetçi blokun seçimlerde yaklaşık yüzde 63 oranında bir oya sahip olmasına rağmen, paket yüzde 51.4 oranında bir oyla geçti. Yani siyasal aritmetik, AK Parti açısından seçim aritmetiğinin aleyhine işliyordu.
Yukarıda verdiğimiz her üç örnek de siyasetin neden bir aritmetik meselesine indirgenemeyeceğini ortaya koyuyor.
Siyaseti bir aritmetik meselesine indirgemenin diğer bir sıkıntılı tarafı da seçmeni tamamıyla kimlik haritaları üzerinden okumaya meyilli olmasıdır. Seçmeni edilgen siyasal kimlik mensubu olarak okuyan bu yaklaşım, toplumsal dinamizm ve değişimi, siyasal ve sosyal trendleri ıskalama tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Siyasal/seçim aritmetiğinin tamamıyla kimlik aritmetiği üzerinden gerçekleşmemesi, toplumun bir kesimi için siyasal taleplerin siyasal kimliklere öncelenmesi Türkiye demokrasisi için ümit verici bir durumdur. Irak veya Orta Doğu'nun başka yerlerinde olduğu gibi seçimlerin siyasal kimliklerin nüfus sayımına dönüştüğü bir ortamda ne demokrasinin kalitesinde artış olur ne de siyasal talepler üzerinden sürdürülebilir ortak platformların inşası mümkün olabilir. Bu da siyasal veya üst kimlik inşasını engellediği gibi toplumu yan yana duran fakat birbiri arasında geçişkenliği az olan bir kümeler bileşenine dönüştürür. 2007 ve 2010'da olduğu gibi seçmenin bir kesiminin bu referandumda da siyasal talep ve kaygılarını kimlik kümelerinin projeksiyonunun önüne koyması olumlu bir gelişmedir. Bu durum, HDP'nin hayır kampanyasına rağmen daha önce HDP'ye oy vermiş bir kitlenin bu pakete evet demesi için de, AK Parti ve MHP'nin güçlü kampanyasına rağmen daha önce bu partilere oy vermiş bir kitlenin bu referandumda hayır vermesi için de geçerlidir. Aksi takdirde siyasal bir toplumu vücuda getirmemizin imkanı ortadan kalkar.
Siyaset, aritmetikten ziyade bir tahayyül meselesidir. Tahayyülünüzden ziyade aritmetikten bahsettiğiniz bir denklemde, öykünüzün albenisini yitirdiğini, hikayenizin zayıfladığını ve anlatınızın nakıs kaldığını itiraf edersiniz.
Siyasal dinamizm, vizyonunuzun heyecan uyandırması, iddialarınızı taraftar bulması, öykü ve hülyalarınızın paylaşılmasını gerektirir; korkuların kronikleşmesi ve kitleselleşmesini değil.
Siyaset, aritmetikten ziyade bir tahayyül meselesidir. Tahayyülünüzden ziyade aritmetikten bahsettiğiniz bir denklemde, öykünüzün albenisini yitirdiğini, hikayenizin zayıfladığını ve anlatınızın nakıs kaldığını itiraf edersiniz.
Siyasal dinamizm, vizyonunuzun heyecan uyandırması, iddialarınızı taraftar bulması, öykü ve hülyalarınızın paylaşılmasını gerektirir; korkuların kronikleşmesi ve kitleselleşmesini değil.
Tekrar etmek gerekirse, Türkiye tercihini yaptı. Bu tercihin seçmen tabanı yüzde 51.4'te kaldı. Bunun yüksek bir oran olmadığı ortada. Fakat yukarıda da belirttiğim üzere demokrasinin mekaniği böyle işliyor. Brexit örneğinde olduğu gibi dünyada ve Türkiye'de az bir farkla büyük değişimlere yol açan birçok halk oylaması oldu. Fakat siyasal iktidar bundan sonra bu paketin ve yeni sistemin siyasal ve sosyal kabullenmesini yüzde 51'in ötesine taşıyacak adımlar atmalıdır. Uyum yasaları bu konuda önemli bir imkan sunuyor. İktidar, yeni sistemin demokratik niteliğine dair kaygıları azaltacak, başkanlık rejimlerinin alamet-i farikası sayılan güçler ayrılığı prensibinin daha rahat hayat bulmasını sağlayacak tarzda hem siyasal partiler hem de seçim kanununda değişikliklere gitmelidir.
Son olarak, bu siyasal aritmetikten çıkarılması ve/veya çıkarılmaması gereken üç başlığı aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.
Son olarak, bu siyasal aritmetikten çıkarılması ve/veya çıkarılmaması gereken üç başlığı aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.
Birincisi, AK Parti-MHP bloku referandumda ülkenin her yerinde belli oranlarda oy kaybı yaşarken Kürt illerinde oylarını artırdı. Bunun sebepleri iyi teşhis edilmeli. Bu artış birçok kişinin iddia ettiği gibi devletin orada uyguladığı güvenlikçi politikalarına yeşil ışık yakılması anlamına gelmiyor. Tam aksine bu sonuç, siyaset imkanı varken PKK'nın güvenlik stratejisine yönelmesine verilen bir kırmızı karttır. Çünkü ortaya çıkan harita HDP'nin birçok yöneticisinin hapiste olmasına ve anlamlı bir kampanya yürütememesine rağmen, oyunu önemli oranda koruduğunu gösteriyor. Yine sanılanın aksine, bugün seçim yapılsa HDP muhtemelen barajı yine aşar. Bu da devletin güvenlik stratejisinin, PKK'nın güvenlik ve savaş stratejisini nötralize ettiği ölçüde kabul gördüğünü gösterirken Kürt meselesinin siyasal boyutundan koparılıp tamamıyla güvenlikleştirilmesinin de kabul görmediğini yansıtıyor. Eğer uygulanan güvenlik stratejisi, siyasal bir paket ile beraber uygulansaydı muhtemelen referanduma Kürtlerden gelen destek daha da yüksek olurdu. Bu referandumda Doğu ve Güneydoğu'da oy artışını sağlayan seçmenin ciddi bir kısmı 7 Haziran'da HDP'ye destek vermiş kesimlerden oluşuyor. Dinamik bir kitle bu. Eğer sadece güvenlik politikaları uygulanırsa bu kitle muhtemelen bir sonraki seçimde tekrardan AK Parti'yi terk eder.
İkincisi, öyle görünüyor ki AK Parti, 2019'a giderken bu referandumda MHP ile inşa ettiği koalisyonu sürdürmeye azami ölçüde dikkat edecektir. MHP'nin hem elitler hem de taban bazında yaşadığı bölünme ile AK Parti'ye yönünü dönmüş ciddi manadaki Kürt oyların varlığını dikkate alacak olursak bu kolay bir iş olmayacak. Buradaki en büyük tehlikeyi, AK Parti'nin koalisyon veya ittifak yönetimini siyaset üretimine öncelemesi oluşturmaktadır. Hem daha önceki hem de yeni halk oylamalarının sonuçlarının ortaya koyduğu gibi reel ve reformist bir siyaset, elitlerle kurulan ittifaklardan daha fazla kitle desteği getiriyor. AK Parti, siyaset üretimini bu yeni ittifakı yönetmeye kurban etmemelidir.
Üçüncüsü, idamın geri getirilmesi de AB'yle üyelik görüşmelerinin bitirilmesi de reel toplumsal talepleri oluşturmuyor. Bu nedenle, AK Parti'nin yeni döneme ilk olarak bu iki vurguyla başlaması doğru bir strateji olarak gözükmüyor. Bunun yerine bu paketi bir başlangıç olarak kabul edip toplumsal taleplere, sistemsel meselelere sahici bir tez ve çözüm perspektifleri sunan yeni bir anayasa yazımının taahhüt edilmesi daha pozitif ve reel bir başlangıcı temsil etmiş olacaktı. Bu sebeple, ortaya çıkan siyasal aritmetik, daha reel ve toplumsal meselelere daha doğrudan neşter vuracak bir ajanda için işlevsel kılınmalıdır.