2013 yılından beri Türkiye, birçok kırılma anından geçti. Gezi olaylarından 17-25 Aralık operasyonlarına, birbirini takip eden seçimlerden darbe girişimine kadar ülke için dönüm noktası olan birçok olay ve süreç yaşandı. Bunların yanısıra Türkiye, çözüm sürecinin başlayıp dondurulmasına da, AK Parti’nin iki sefer lider değişimine de bu süreçte şahitlik etti. Bu süreçte yaşanan her bir olay, kendisinden sonraki yaşanan süreçleri de etkiledi ve hatta şekillendirdi.
Bütün bu olaylar siyasal enerjilerin açığa çıkmasına ve toplumsal mobilizasyona yol açtılar.
Fakat bu dönüm noktalarının açığa çıkardığı enerji boşalmaları veya patlamaları mahiyet açısından birbirlerinden farklıdır. Darbe girişimi sürecine kadar yaşanan diğer enerji boşalmaları daha negatif, daha ayrıştırıcı, daha kamplaştırıcı nitelikteydi. Çünkü bütün bu kırılma noktaları bir kampı başka bir kampa karşı konumlandırdı. Bazıları bilinçli siyasal tercihlerin eseri olarak, bazıları da sonuç itibarıyla böyle gelişti. Gezi Parkı Eylemleri’nin aldığı nihai hal de, 17-25 Aralık siyasal darbe operasyonları da, seçim döngüleri de siyasal alandan toplumsal alana ve tabii ki tersi de geçerli olmak üzere negatif enerji taşıdı. Bütün bu süreçlerde toplumun bir kesimi karşı kampın kazancını kendi kaybı, kendi kazancını da karşı kampın kaybı olarak kodladı.
Gezi’yi düşünelim örneğin; Gezi eylemlerini destekleyen entelektüel çevre, bu olayları bugüne kadar yekpare, muktedir ve buyurgan bir görüntüye sahip iktidarın sokakla terbiye edilmesi olarak okudu. Konvansiyonel muhalefetin yetersiz kaldığı bir ortamda, iktidarı artık sokağın yola getireceği duygu, beklentisi veya ümidi bu çevrede baskındı. Muhalif blok, iktidar karşısında sokak üzerinden bir güçlenmişlik hissine kapıldı. Buna karşın muhafazakar kesim, Gezi Eylemleri’nin evrildiği halinin bizatihi kendilerini hedef aldığını düşündüler. Kendilerinin AK Parti iktidarları döneminde yaşadıkları sosyo-ekonomik mobilizasyon ile siyasal aktörlüklerinin hedeflendiğini düşündüler. Erdoğan karşıtlığı üzerinden ortaya konulan bu denli dinamik ve güçlü muhalefetin aslında mevzubahis hazımsızlıktan kaynaklandığına hüküm verdiler. Bu okuma muhafazakar kesimin kahir ekseriyetinin Gezi Eylemleri’ne bu ölçekte mesafeli duruşlarını hatta karşısında konumlanmalarını açıklamaktadır.
17-25 Aralık operasyonları ve seçim döngüsü de siyasal kutuplaşmayı ve toplumsal yarılmayı arttıran işlevler gördüler. Bu nedenle bu süreçlerin açığa çıkardıkları enerji ayrıştırıcı, yıkıcı ve negatif bir mahiyete sahipti. Bu yaşananlar mahalleler arası mesafeleri biraz daha açarken, mahalle içi konsolidasyonu da sağlayan bir niteliğine sahipti.
Buna karşın, son darbe girişiminin yol açtığı toplumsal mobilizasyon ve açığa çıkardığı siyasal enerji pozitif ve kurucu bir niteliğe sahiptir. Toplumun kahir ekseriyetiyle siyaset sınıfı darbe girişiminin karşısında yer aldı. Gülen örgütü dışında hiç kimse darbenin başarısızlığını ve hükümetin düşmemesini kendi kayıp hanesine yazmadı. Hem toplum hem de kurumsal siyaset bu süreçten kazançlı çıktılar. Bu sürecin ortaya çıkardığı siyasal enerjinin birleştirici bir niteliği var. Siyaset, en azından bir dönem için dahi olsa, farklılık ve ihtilaflarını bir kenara koyup ortak bir mesele etrafında biraraya gelebildi. HDP’nin eksikliğine rağmen, muhalefetin yersiz Cumhurbaşkanlığı Külliyesi boykotu sona erdi. Erdoğan bütün hakaret davalarını geri çekti. Diyalog ve iletişimin nitelikli başlayabilmesi için anlamlı bir siyasal zemin oluştu.
Ancak bu durum gerçekleşmeyecek, sahici olmayan beklentilere yol açmamalı. CHP ile AK Parti, MHP - HDP arasındaki ayrışmalar ve ihtilaf noktaları sahici olup; bu atmosfer tek başına onların üstesinden gelemez. Yeni anayasa ve sistem değişimi konusundaki uzlaşmazlıklar devam edecektir. Buna rağmen, bu pozitif enerji yeni bir siyasal iklime yol açabilecek potansiyele sahip. Siyasetin, medyanın ve toplumun farklı kanatları arasında daha fazla temasın gerçekleşmesi başlı başına önemli bir olaydır. Bu durumun toplumsal ve siyasal gerilimi düşürme konusunda önemli katkıları olabilir.
Son yıllarda kutuplaşma teması sıklıkla işlenen bir tema oldu. Şahsi kanaatim, 10-15 yıl öncesine oranla Türkiye’deki toplumsal kutuplaşma daha da artmadı. Türkiye’deki ideolojik, etnik ve mezhebî mahalleler arasındaki mesafenin daha azaldığı kanaatindeyim. Buna karşın elit düzeyindeki siyasal kutuplaşma ise çok daha fazla arttı. Bunun birçok yapısal ve konjonktürel gerekçeleri var. Kemalist vesayet sisteminin yıkılması, siyasetin aktörleşmesi, muktedirleşmesi ve sonuç tayin edici bir mahiyete kavuşması, siyasal kutuplaşmayı arttıran bir etki yaptı. Bunun yanında, siyasal kutuplaşmanın Türkiye’deki bütün siyasi partiler için kullanışlı bir tarafı var. İktidarın iktidarda kalmasını kolaylaştırırken, muhalefetin de pek bir şey yapmadan ciddi oy oranlarını korumasına imkan sağladı. Kutuplaşmanın ana aksını siyasal ve elit düzeyi oluşturduğu için, elitler arasındaki diyalog ve siyasal iklimdeki yumuşama Türkiye’deki kutuplaşma olgusunu ciddi manada azaltabilecek bir işleve sahip. Her şerden bir hayır çıkar düsturundan yola çıkacak olursak, bu darbe girişiminin açığa çıkardığı siyasal enerji, eğer mahalleler arası mesafeyi ve siyasal kutuplaşmayı azaltan bir işlev görürse, bu Türkiye’de yeni bir dönemin kapısını aralayabilir.