Eski düzenin çökmesi, Ortadoğu’da son yıllarda yeni düzen arayışı ve tartışmalarını tetikledi. Öncelikle şu tespiti yapmakla başlayalım. Ortadoğu’da eski tarz siyasal rejim ve yönetimler tamamıyla ortadan kalktığı için eski düzen çökmüş değil. Bilakis, Ortadoğu’nun kahir ekseriyetinde hala otoriter, diktatöryal ve monarşik rejimler hüküm sürüyor. Bu rejimlerin varlığının eski anlamda bir düzene tekabül etmemesinin en temel sebebi, bölge ölçeğine yayılan ve her gün yeni taraftarlar bulan yeni bir siyasal psikolojinin varlığı. En kestirme ifadeyle, bu yeni siyasal psikoloji, eski düzenin ve otoriter rejimlerin bir kader olmadığına ve bunların pekala değişebileceğine inanıyor. Bu inanç ve psikoloji eski düzeni imkansızlaştıran bir işlev görüyor. Sisi ve Esed’in aşmakta zorlandığı ve muhtemelen de aşamayacakları bariyeri bu inanç ve siyasal psikoloji oluşturuyor.
Düne ait eski düzen çökmüş olmasına rağmen, yarına ait yeni bir düzen de tesis edilebilmiş değil. Muhtemelen bu yeni düzen ve statüko daha uzun bir süre vücuda gelmeyecek. Kimilerine göre bunun tesisi on yıllar, kimilerine göre ise en az bir nesil alacak gibi görünüyor. Ancak herkesin üzerinde ittifak ettiği bunun daha uzun bir süre alacağıdır. Bu nedenle için geçtiğimiz süre bir geçiş sürecidir. Hem de uzun sürecek bir geçiş süreci...
Yeni bir düzenin cevaplandırması gereken soruları ve geçiş sürecinin mahiyet ve özelliklerini irdelemeden önce, bir önceki bölgesel düzenin çöküşüne yol açan sebepleri ve bugünkü bölgesel kaos ve krizin temellerini eşmekte yarar var. Bunları aşağıdaki gibi başlıklandıracağım. Tabii ki, bu tablo bölgesel krizin temellerini oluşturan bütün başlıkları içermeyebilir ve bazı başlıklar da tartışmalara yol açabilir.
Meşruiyet açığı: Sömürgecilik karşıtı Arap milliyetçisi hareketlerin bulundukları ülkelerde bağımsızlık kazanmalarını takip eden ilk 10-15 yılı bir kenara koyacak olursak, Arap devlet sistemi uzun süredir devam eden bir meşruiyet krizi yaşıyor. Vatandaşlardan müteşekkil bir devlet anlayışından ziyade vatandaşlarına karşı bir devlet sisteminin tesisi bu krizin başat gerekçesini oluşturuyor. Bu devletlerin toplumlarının sosyo-ekonomik ve kimliksel taleplerine cevap verememeleri, İsrail ile girdikleri savaşları kaybetmeleri ve rejimlerinin güvenliklerini kurdukları bölgesel/uluslarası ittifaklarla inşa ettikleri istihbarat devletleri üzerinde sağlamaya çalışmaları bu meşruiyet krizinin daha da akut bir hal almasına yol açtı.
Başarısız devletler: Meşruiyet krizinin hem devamı hem sonucu hem de sebebi olarak ortaya çıkan diğer bir başlık ise Arap dünyasında sayıları her geçen gün artan başarısız devletler oluşturmaktadır. Yemen’den Libya’ya, Mısır’dan Irak’a, Suriye’den Lübnan’a uzanan bu başarısız devletler, devletlerin yönetebilme, kapsayıcı olabilme, güvenliği sağlayabilme ve meşru şiddet tekelini elinde bulundurabilme olanaklarını ortadan kaldırıyor. Bu denklemde, devletler her geçen gün bir kimlik grubunun, kliğin veya siyasal çetenin enstrümanına dönüşüyorlar. Devletlerin bu şekilde temel ve geleneksel kimlikler üzerinden kimliklenmesi, devlet altı grupların doğuşuna, geleneksel kimliklerin bu toplumlarda siyasal kimlikleri ikame etmelerine yol açıyor. Bu da fiili olarak egemenliğin birçok kimliksel güç odağı tarafında paylaşılması demek oluyor.
Devlet=rejim=yönetici elit/parti/aile anlayışı: Ghassam Salame’nin belirttiği üzere Arap dünyasında devlet, rejim; rejim de dar yönetici elit, aile veya parti demektir. Bu da Arap devlet sistemini çok kırılgan kılmaktaydı. Yönetici elit, aile veya partide ortaya çıkan herhangi bir değişim veya kriz, bütün devlet yapısını tehdit etmektedir. Libya, Suriye ve Irak’ta yaşanan tam da budur. Bu örnekler, devletle belli parti, şahıs veya yönetici elit arasında özdeşlik kurulmasının devletleri nasıl kırılgan kıldıklarını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Sınır-aşırı ideolojiler ve sınır-aşırı kimlik mücadeleleri: Arap dünyasındaki iki ana fikri akımı pan-Arapçılık ve pan-İslamcılık oluşturuyor. Bu iki akım da siyasal vizyon ile siyasal aksiyon alanını içinde bulunduğu devletlerle sınırlandırmıyor. Bu iki akımda ekseriyetle içinde bulundukları devletlerin sınırlarını suni olarak görüyor ve hedef olarak bu sınırları aşmayı hedefliyorlardı. Bu durumun da Arap devlet sistemini zayıflatan bir sonucu oluyordu. Arap isyanlarının sınırlar içi ve sınır-aşırı kimlik mücadelelerine dönüşmesi, Arap devlet sisteminin zayıflığını ve kırılganlığını daha da bir üst boyuta taşıdı.
Mevzubahis faktörler eski bölgesel düzenin çöküşünü sağlayan Arap devlet sisteminin temel krizlerini oluşturmaktaydı. Yukarıda da ifade ettiğim üzere bu liste haliyle bütün faktörleri içermiyor. Örneğin, ABD’nin bölgede daha önce sağladığı güvenlik şemsiyesinin kaderiyle alakalı ciddi bir muammanın yaşanmasına karşın alternatif bir güvenlik şemsiyesinin başka bir güç tarafından ortaya konmaması veya konamaması bölgesel krizi daha da derinleştirmektedir. Bugün yaşadığımız bir geçiş sürecidir. Uzun sürecek gibi gözüken bu geçiş sürecinin kendisine ait özellikleri ve ortaya çıkardığı meydan okumaları mevcut. Bir sonraki yazıda da bunu deşelim.