Bir insanı toplumun periferisinden, hatta dışından alıp toplumun ana akımına taşımayı vadeden her siyaset desteklenmelidir. Bu sadece ahlaki doğruluğun bir gereksinimi olduğu için değil, aynı zamanda siyasal, iktisadi ve güvenlik rasyonaliteleri de bunu gerektirdiği için yapılmalıdır. Mültecilere daha sağlam bir yasal zeminde Türkiye’de yaşama ve vatandaş olabilme perspektifinin sunulması desteklenmeyi hak etmektedir.
Mülteciler, göçmenler ve kitlesel insani göç dalgaları ulaştıkları ülkeler için hem bir meydan okumayı hem de imkanı temsil ederler. Bu insan kütlesinin bu iki seçenekten hangisine dönüşeceği önemli ölçüde ev sahibi ülkenin uygulamaya sokacağı siyaset ve uygulamalarla şekillenir.
Türkiye’nin kendisine sığınan insanları toplumsal dokusuna katabilecek tarihsel deneyimi mevcuttur. Türkiye her daim bir göç ve göçmenler ülkesiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinden Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar, Türkiye’ye yönelik birçok kitlesel göç oldu ve Türkiye, bunları başarılı bir şekilde hazmedebildi. Türkiye’nin siyasal, iktisadi ve bürokratik elitleri arasında önemli oranda eski muhacir ve göçmenlerin çocuklarının bulunması bunu teyit eder. Bu başarılı tarihsel deneyim ile dinamik ve kapsayıcı toplumsal dokuya rağmen, Türkiye’nin halihazırdaki yasal çerçevesi ile kurumsal yapısı mültecileri topluma entegre edecek bir mahiyette değil.
Bunu aşmak için Türkiye kurumsal yapısını ve kamu yönetimini gözden geçirmelidir. Bir insanın Türkiye’ye ayak bastığı günden vatandaşlığa giden sürecin iyi yapılandırılmış, şeffaf bir yasal zemini oluşturulmalıdır. Tabii ki buna daha kapsamlı eğitim, sağlık ve iş piyasası politikaları eşlik etmelidir.
Al Sharq Forumu olarak hazırladığımız mülteci dosyasındaki çalışmalar Türkiye’nin yasal zeminle kurumsal kapasite konusundaki yetersizliklerini detaylı bir şekilde ortaya koymaktadır. Örneğin, Müberra Nur Emin’in Suriyeli çocukların eğitime erişimi ile alakalı yaptığı çalışmalar bu konuda önemli veriler ve uyarıcı analizler ortaya koymaktadır. Emin’in GİGM’den edindiği verilere göre “Türkiye’deki Suriyeli nüfusun yarısından fazlasını (%51) 0-18 yaş aralığındakiler oluşturmaktadır.” Bu da yaklaşık olarak bir buçuk milyon Suriyeli çocuğun varlığını gösteriyor. MEB’in verilerine göre okul çağındaki Suriyelilerden sadece 325.000’inin eğitime erişimi bulunmaktadır. Bunların 75.000’i Türkiye vatandaşı akranlarıyla birlikte devlet okullarında, 250.000’i ise geçici eğitim merkezlerinde eğitim almaktadırlar. Burada alarm verici istatistik veriyse kampların dışında yaşayan Suriyeli çocukların eğitime erişimiyle alakalıdır. Emin’in sunduğu verilere göre, kamp içindeki çocukların %90’ının eğitime eriştiği görülürken kamp dışındaki çocukların yalnızca %26’sının eğitime erişebildiği görülmüştür. Bir başka ifadeyle, kamp dışında eğitime erişemeyen 665 bin okul çağında Suriyeli çocuk bulunmaktadır. Bu geniş insan havuzu her türlü radikal örgüte ve sömürüye davet çıkarmaktadır. Bu duruma yönelik önlemler ivedilikle alınmalıdır.
Bunun yanı sıra, Müge Dalkıran’ın yasal mevzuattaki boşlukların ve bu konudaki yetersizliklerin kapsamlı bir analizini yaptığı çalışmayı da ele alırsak, ortaya çıkan resim, Türkiye’nin kriz yönetiminden entegrasyon politikalarına geçiş yapmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Özellikle Suriyeli çocukların Türkçe öğrenmesi onların eğitime erişim imkanlarını artıracaktır. Ancak Türkiye’nin de, kamu hizmeti sunumunu ve eğitim politikalarını geliştirirken çok kültürlü bir topluma hitap ettiğini akılda tutarak bunları yapması yerinde bir adım olacaktır. Bu sadece mevcut durumun üstesinden gelmek için değil, gelecek dalgalara karşı da daha hazırlıklı olunmasına katkı sağlar.
Çünkü önümüzdeki dönemde Türkiye’ye doğru nüfus hareketliliği yaşanmaya devam edecektir. Bu sadece Türkiye’ye göç eden Suriyelilerden kaynaklanmıyor. Türkiye’nin mücavir coğrafyası çöken kamu otoriterleri, başarısız devletler ve iç savaşlarla çalkalanıyor. Bu da buralardan bölgenin göreceli güvenli limanlarına yönelik insan hareketlerini teşvik ediyor.
Bu nedenle mültecilerin bulundukları ülkelerde daha iyi bir yasal zemine ve vatandaş olabilme perspektifine sahip olabilmeleri, bu insanları bulundukları ülkelerin geleceklerine hissedar kılacak, daha iyi entegre olmalarına katkı sağlar.