Britanyalı seçmenler bugün sandık başına gidiyor. Avrupa entegrasyon sürecinin en kritik aşamalarından birini teşkil edecek olan bu oylamada Britanyalılar, Britanya AB’den çıksın mı yoksa kalsın mıyı oylayacaklar. Britanya’nın AB’den çıkmasını hararetle savunanlar için yaşananları tasvir etmek gayet basit. Britanya, hükümranlık hakkını icra ediyor. Ve bunu da hükümranlığını tam elde etmek için yapıyor. Zaten AB’den çıkalım kampanyasının ana sloganının “kontrolü geri al“ olması bu durumu özetliyor.
Peki kontrolü geri almak isteyen kim? Genel cevap Britanya vatandaşları olur. Fakat, Birleşik Krallıklar’ın bileşenlerinden İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda ile ülkeye sonradan göç etmiş vatandaşların kahir ekseriyetinin AB’den ayrılmayı desteklemediklerini biliyoruz. Britanya’nın kompozisyonundan bunları çıkardığımızda geriye Britanya’nın ana insan kütlesini oluşturan İngilizler kalıyor. Yani, ’kontrolü geri almak’ isteyenin Birleşik Krallıklar’ın İngiliz bileşeni olduğunu görüyoruz. Yaşanan referandum süreci İngiliz milliyetçiliğinin dışa vurumudur. Bu bağlamda, CNN televizyonunun Britanya’daki referandumda AB üyeliğinin ünlü taraftarları ve karşıtlarının profillerine yer verdiği haberi öğreticiydi. Çıkma taraftarı olanların hepsini beyaz İngilizler oluştururken, kalma taraftarlarının profilleri çeşitlilik arz ediyordu. David Cameron, Londra’nın ilk Müslüman belediye başkanı Sadık Han ile İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon kalma yönünde irade beyan edenlerden bazılarını oluşturuyordu. Yine, Sinn Fein lideri Martin McGuiness, eğer referandumda çıkma lehine evet oyu çıkarsa, bu durumun İngiltere’nin Kuzey İrlanda ile ilişkilerini dramatik bir şekilde etkileyeceğini söyledi. McGuiness, bu durumda Kuzey İrlanda’daki insanlara da benzeri bir referandumla İrlanda ile birleşme konusunda oy hakkı vermenin demokratik bir zorunluluk olacağını belirtti.
Bütün bu resim, Britanya bağlamında konuştuğumuz meselenin asıl aktörlüğünü İngilizlerin yaptığını ortaya koyuyor. İngiliz milliyetçilerinin tekrardan elde etmek istediği hükümranlık, hükümranlık kavramının geleneksel manasına tekabül ediyor. Bunu en kaba haliyle bütün kararların ulusal başkentlerde alınması şeklinde tarif edebiliriz. Mesele şu ki ‘hükümranlık ilkesini’ artık ‘karşılıklı bağımlılık’ ve ‘etkinlik’ kavramlarından ayrı düşünmek pek mümkün görünmüyor. Nihayetinde bugünün dünyasında hükümranın anlamlı olup, toplumsal meşruiyete sahip olabilmesi onun sonuç alıcı olabilmesiyle yakından alakalıdır. İngiliz milliyetçiliğinin reaksiyoner formunu teşkil eden AB karşıtı dalganın da temel açmazını bu husus oluşturuyor. Britanya, hükümranlığının bir kısmını AB bünyesinde diğer Avrupalı ülkeler ile paylaşarak dünyanın en büyük ekonomi bloku aracılığıyla küresel gündemin birçok maddesini şekillendirebiliyor. Buna ilaveten, bu üyeliğin Britanya’ya net ekonomik katkısı, yapılan birçok çalışmayla ortaya konulmuş durumda.
Buna karşın, nominal olarak daha hükümran olan, AB ile paylaştığı kısmı, hükümranlığını geri alan İngiltere ise global gündeme AB aracılığıyla müdahale edebilmeyi bir yana koyalım, AB’nin aldığı bütün karar ve kurallardan direk olarak etkilenecektir. Britanya, AB’yi ve gündemini aktif olarak şekillendirebilen bir ülkeden, onun sonuçlarına direkt maruz kalan bir ülkeye dönüşecektir. Bu da Britanya için hükümranlığının daha fazla erozyona uğraması manasına gelecektir.
AB, Avrupa’daki azınlık gruplarının milliyetçiliklerinin makul bir zemine çekilmesinde pozitif bir katkı sunuyor. Ama aynı AB çoğunluk gruplarının milliyetçilikleri için ise tersi bir etki yapıyor. Azınlık grupları AB’yi egemenlik paylaşımı çerçevesinde okurken, çoğunluk gruplarının milliyetçileri ise AB’yi egemenlik yitimlerinin en başlıca sebeplerinden biri olarak değerlendiriyor. Bu, AB’nin önümüzdeki dönem yüzleşmesi gerektiği en temel meydan okumalardan birini teşkil ediyor.
Bugünkü seçimin sonucu ne olursa, İngiliz milliyetçiliğinin agresif olacağı bir döneme giriyoruz. Britanya, AB’den ayrılırsa, İngiliz milliyetçileri büyük bir zafer kazanmış olacaklar. Bu da siyasette merkezin aleyhine, radikallerin lehine olan kaymayı daha da hızlandıracaktır. AB’de kalma yönünde bir sonuç çıkarsa, bu sonuç İngiliz olmayan (İskoç, Gallerli, Kuzey İrlandalı ve göçmenler) unsurların oylarının eseri olacaktır. Bu da İngiliz milliyetçilerinin sadece AB’ye karşı değil bunlara karşı da sert bir söylem geliştirmelerine yol açacaktır. Bu da farklı bir hükümranlık tartışmasına yol açabilir.