Mevcut haliyle Türkiye-Rusya ilişkileri, siyasette ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde bir ara dönemin mi yoksa yeni bir dönemin mi tezahürü olduğu tartışma götürür nitelikte. Rusya ile ilişkilerimizin sadece bir dış politika meselesi olmadığı, bir ic politika tahayyülüne dayandığı da aşikar. Bununla birlikte, bu ilişkilerin geleceğinin doğru analizi ancak Türkiye-Rusya ilişkilerinin bugünkü mahiyetinin iyi anlaşılmasıyla mümkündür. İlişkilerin son birkaç yıllık resmi, bu ilişkilerin ne bazılarının belirttiği gibi sıfır toplamlı bir zemin üzerine inşa edildiğini ne de iktidar taraftarlarının iddia ettiği gibi Türkiye’yi daha otonom bir aktör haline getirdiğini göstermektedir. Mevcut haliyle bu ilişkiler Türkiye’nin uluslararası siyasetteki yerini ve bağımlılık ilişkilerini yeniden tanımlıyor.
İran’ın da dâhil olduğu üçlü Astana ve Soçi süreçlerinin de gösterdiği gibi, Suriye’deki iş birliğinin hem Rusya hem de Türkiye için epey işlevsel olduğu ortaya çıktı. Her iki sürecin de Rusya olmadan gerçekleşemeyeceği açık. Fakat onlara uluslararası meşruiyet ve kabulü sağlayan da Türkiye oldu. Ankara’nın dahli olmasaydı bunlar, Suriye’deki rejim yanlısı güçlerin toplantıları olmaktan öteye geçemezdi. Aynı şekilde, NATO üyesi Türkiye’nin ev sahipliğinde olmasaydı, Macron ve Merkel’in Ekim 2018’de İstanbul’da düzenlenen Astana üçlü zirvesine katılması pek mümkün olmazdı. Suriye krizi son yıllardaki Türk-Rus ilişkilerinin harcı oldu.
Türkiye ve Rusya’nın Suriye’nin geleceği konusunda farklı öncelik ve görüşlere sahip olduğu göz önüne alındığında, Suriye krizi bu ilişkinin aynı zamanda en zorlu testi olmaya da devam ediyor. İdlib’te yaşanalar ve yaşanması muhtemel senaryolar aynı zamanda Suriye’deki Türk-Rus iş birliğinin ne kadar kırılgan bir zeminde ilerlediğini de bize hatırlatıyor. Önümüzdeki dönemde, Suriye’nin Kuzeydoğusu da bu kırılganlığı arttırmaya aday gözüküyor. Bununla beraber, Suriye krizi, sadece Türkiye-Rusya ilişkilerini şekillendirmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceğini de şekillendiriyor. Rusya, özellikle Suriye üzerinden Türkiye-ABD ilişkilerini şekillendirmede epey mahir olduğunu ortaya koydu.
Türkiye ile Rusya arasındaki iş birliği gittikçe karşılıklı bağımlılığı arttıran sektör ve alanlara kayıyor. İnşaat, turizm, tekstil ve meyve-sebze ticareti artık Türk-Rus ekonomik bağlarını tanımlamıyor. Bunların yerine, Türk Akımı boru hattı projesinden Akkuyu Nükleer Santralinin inşasına, S-400 hava savunma sisteminin alımından Suriye’de askerî iş birliğine kadar uzanan ve uzun süreli karşılıklı bağımlılık yaratan stratejik sektörlere kayıyor. Muhtemelen savunma sanayii alanındaki mevcut alışverişe çok geçmeden yenileri de eklenecek gibi duruyor. Ancak ortaya çıkan durum Türkiye’den çok Rusya’nın lehine gelişen asimetrik bir bağımlılık ilişkisine işaret ediyor. Bu nedenle Türkiye’nin dış politika ve güvenlik alanlarındaki otonomi arayışı Rusya’ya daha çok bağımlı olmakla sonuçlanabilir.
Şüphesiz hâlihazırda krizlerle boğuşan Türkiye-Batı ilişkilerinin sağlığı Türkiye-Rusya ilişkilerinin niteliğini şekillendiren kilit bir faktör. Türkiye-Batı ilişkilerinin üzerine bina edildiği siyasal ve kurumsal çerçevenin bugünün realitelerine uygun bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. İki tarafın ortak düşman ve tehdit algıları arasındaki makas açılıyor. Taraflar arasındaki güç asimetrisi ilişkilerin mahiyetini şekillendiriyor, bu da ilişkilerde gittikçe derinleşen bir statü krizi doğuruyor. Ne Türkiye-Amerika ilişkilerinin Soğuk Savaş çerçevesi ne de AB üyelik çerçevesi Türkiye’nin Batı ile ilişkilerindeki statü krizini çözebilir. Türkiye-Batı ilişkilerinin yeni döneminin tanımlanması gerekiyor. Krizin bu yönü aynı zamanda Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinin mevcut durumunu sadece kişi odaklı okumanın (kişinin çok önemli bir rol oynadığını kabul etmekle beraber) resmin sadece bir bölümünü görmemizi sağlayacağını bize gösteriyor. Velhasıl, Türk-Batı ilişkilerindeki kriz yapısaldır.
Buna karşın, Türkiye-Rusya ilişkilerinin mevcut resminin oluşumunda kişiler çok merkezî bir rol oynadılar. Daha açık bir ifadeyle, bu ilişkilerin ne kadarının Putin ile Erdoğan, ne kadarının Türkiye ile Rusya arasında geliştiği o kadar net değil. Fakat eğer ilişkilerin mevcut resmi bu haliyle birkaç yıl daha sürerse, şu anda daha çok Putin-Erdoğan merkezli gelişen bu ilişkiler o zaman daha çok Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilere dönüşür. Her halükarda Türkiye dış politikasında Rusya ile yeni ve farklı bir deneyim yaşıyoruz. Tarihsel olarak, hem Osmanlı hem de cumhuriyet dönemi siyasal elitleri Rusya’nın jeopolitik emellerine karşı her daim tetikte oldular. Rusya’nın Türkiye’nin sınırlarının güneyinde önemli bir varlık elde etmesine karşı çıkmak Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri sürdürülen tutarlı bir politika olagelmiştir. Fakat bugün Rusya, jeopolitik ve askerî olarak Türkiye’nin hem kuzey hem güney hem de doğu komşusu konumuna geldi. Yine, iki ülkenin bölgesel tasavvurları ve güvenlik kaygıları (bkz. Suriye) arasındaki makas dün ne kadar açıksa bugun de o kadar açık olmaya devam ediyor.
Buna ilaveten, Türkiye-Batı ilişkilerinin geleneksel olarak güçlü bir elit ve kurumsal (özellikle dış politika ve güvenlik bürokrasisi nezdinde) sahipliği mevcuttu. Bu ilişkiler belli bir dünya görüşüne dayanıyordu. Yönetim tarzlarındaki benzeşmeyi bir kenera koyacak olursak, mevcut haliyle Türkiye-Rusya ilişkileri böyle bir kapsayıcı çerçeveden yoksun gözüküyor ve hâlâ ancak sınırlı bir siyasi ve bürokratik desteğe sahip olduğu görülüyor. Bu da ilişkilere bir üst sınır çiziyor. Tabii ki durumun böyle devam edip etmeyeceği Türk-Rus ilişkilerinin şimdiki haliyle ne kadar ilerleyeceğine bağlı.
Türkiye-Rusya cephesindeki soru işaretlerinin cevaplanması zaman alacak gibi gözükse de Türkiye-Batı cephesinde bazı hususlar netlik kazanmış durumda. Bunun başında da Türkiye’nin Batı kulübündeki üyeliğinin/yerinin anlamının keskin bir şekilde değişiyor olması geliyor. Bu kurumlar artık Türkiye’nin dış ve güvenlik politika tercihleri için bir çerçeve hatta bir referans noktası bile sunmuyor. Ancak Türk-Batı ilişkilerindeki bu kriz Türkiye’nin NATO dâhil Batı kurumlarındaki üyeliğinin yakın vadede sona ereceği manasına gelmiyor. Bunlar devam edecektir.
Bu nedenle Türkiye, Rus S-400’lerini almakla Rusya ile Batı arasında bir seçim yaptığını düşünmüyor. Bunun yerine Türkiye, genelde Batı özelde ise ABD ile ilişkilerinin vazgeçilemez olduğu fikri ile bu ilişkilerin tarihsel olarak iç politikadaki dönüştürücü etkisinden vazgeçiyor gözüküyor. Nihayetinde, S-400 anlaşması ve benzeri angajmanlarla Rusya’dan sadece bir güvenlik-savunma enstrümanı satın almıyoruz, belli ölçekte de bir iç politik düzeni veya siyasal rejim tipini ithal ediyor oluyoruz. Bunun pek matah bir iç politik düzen olmadığı son yıllardaki deneyimle sabit. Velhasıl, Türkiye dış politikasının yeni dönemi, iç politikadaki oryantasyonsuzluğu da yansıtacak şekilde kapsayıcı bir çerçeve veya tanımlanabilir bir oryantasyondan yoksun olacak gibi gözüküyor. Bu yeni dönem daha mesele bazlı ve kısa vadeli projeksiyonlarla ilerleyecek gibi duruyor. Türkiye-Batı ilişkilerindeki kriz daha da derinleşirken, Türkiye-Rusya ilişkileri iç siyasal düzeni de şekillendirecek şekilde evrilmeye devam edecek.