Türkiye’nin ekseni kayıyor mu?” tartışması bir tespitten ziyade bir terbiye etme tartışmasıdır. Türkiye ne zaman Batı’nın arzu ve siyasetinin hilafına bir girişimde bulunduysa, bu tartışma da hemen alevlenmiştir. AK Parti iktidarı döneminde bu tartışmayı defaatle yaptık. Muhtemelen bu tartışmayı başlatanların kahir ekseriyeti Türkiye’nin iddia ettikleri şekilde dramatik bir dış politika değişimine gitmediğini biliyorlardı. Ama zaten mesele olanın analizi değil, aktörün terbiye edilmesiydi; veya aktörün aktörlüğünü, kendi-merkezliliğini tanımamaktı.
Daha açık bir ifadeyle, eksen kayıyor tartışması Türkiye’ye Batı’nın bir uydu devletinden öte bir anlam yüklememe, kendisine ait bir dış politika tasavvuru olmasını kabul etmeme veya bunu meşru görmeme mantığına dayanıyordu. Örneğin, İspanya’nın Latin Amerika, Fransa’nın Kuzey Afrika’daki özel konumları, tarihsel bağları ve kültürel ilişkileri AB için pozitif bir katkı olarak değerlendirilirken; Türkiye’nin Ortadoğu politikası önemli ölçüde eksen kayması tartışmalarına hapsedildi. Yine, Fransa ve İspanya’nın bu ilişkileri strateji, ekonomi, kültür, yumuşak güç, siyasal nüfuz ve benzeri ögeler üzerinden analiz edilirken, Türkiye’nin Ortadoğu siyaseti veya ilgisi ‘kimlik’ üzerinden anlamlandırılmaya çalışıldı. Reel politik unsurlar ve ulusal çıkarlardan ziyade kimlik temelli okumalar adeta Türkiye’nin dış politikasının yegane açıklayıcı unsuruymuş muamelesi yapıldı. Üstelik bu yapılırken Türkiye nezdinde kimlik ile çıkar birbirleriyle tamamıyla çatışan unsurlarmış gibi gösterildi. Yani, eksen kayıyor tartışması aslında arka planda Türkiye kimlik değiştiriyor anlayışının farklı kavramlarla tezahürüydü.
Hemen kestirmeden söyleyecek olursak, bu ya naif ya da kötü niyetli bir okumaydı. Rusya ile ilişkilerin canlandırılması üzerine koparılan gürültü de aynı mahiyete sahiptir. Türkiye’nin Batı’yı Rusya’yla ikame etme gibi bir perspektifi yok. Daha doğrusu böyle bir olanak da yok. Türkiye ile Rusya’nın stratejik okumaları neredeyse bütün mücavir coğrafyalarda birbiriyle çatışıyor. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan TRT’de katıldığı programda “bizim için ‘birini bırak, birine koş’ anlayışı yanlış” diyerek bunu ortaya koydu.
Şu an mevzubahis olan mesele ilişkilerin tedrici olarak kriz öncesi döneme döndürülmesidir. Henüz çatışma alanlarının, ihtilaf noktalarının, stratejik uyuşmazlıkların ortadan kaldırılmasından bahsetmiyoruz. Bu da Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerini bütüncül okumalardan ziyade başlıklara bölerek yöneteceklerini göstermektedir. Enerji ve ekonomi gibi ortak çıkara dayalı alanlarda ciddi bir ivme beklenirken dış politika projeksiyonlarındaki uyuşmazlıklar konusundaysa şimdilik sadece daha fazla diyalog öngörülüyor. Bu resimde ‘eksen kayıyor’ tartışmasını haklı çıkaracak bir durum yok. Peki, Batı’da bu gezi neden bu kadar ilgiyle izlendi? Veya neden eksen mi kayıyor tartışmalarıyla takdim edildi? Bunun cevabı Batı’nın 15 Temmuz darbesi sonrası takındığı tutum ve Türkiye’nin bu tutuma getirdiği eleştirilerle yakından ilişkilidir. Daha doğrusu bu eksen kayması tartışması Batı’nın 15 Temmuz’dan sonra yapmadıklarıyla ilişkilidir. Darbenin ilk saatlerinde ikircikli bir tutum takınması ve darbeden sonra Türkiye’ye güven tesis edici dostluk ziyaretlerinde bulunulmaması Türkiye-Batı arasındaki güvensizliği derinleştiriyor.
Türkiye-Batı ilişkilerinin çok boyutluluğu, tarihsel derinliği kadar kurumsal bir zemini de var. Türkiye’nin NATO, Gümrük Birliği ve benzeri üyelikleri Türkiye-Batı ilişkilerini ciddi bir kurumsal zemin üzerine oturtuyor ve bu ilişkileri şimdilik ikame edebileceği muadil bir Avrasya veya benzeri bir blok bulunmuyor. Şunu da eklemek gerekir ki, Batı’yla olan bu kurumsal ilişkiler uzun süredir ciddi bir karşılıklı güvensizliği de barındırıyor. Batı’nın darbe karşısında ve sonrasında takındığı tutum bu güvensizliği daha da derinleştirdi. Her geçen gün artarak devam eden güvensizlik dalgası durdurulmazsa bunun ileriki zamanlarda ilişkilerin kurumsal zeminine zarar vermemesi düşünülemez. Ezcümle, Türkiye eksen değiştirmiyor ancak Batı ile yaşadığı güvensizlik derinleşiyor.