İsrail ve Rusya adımlarından sonra Türkiye’de canlı bir dış politika tartışması yaşanıyor. Bu adımların akabinde hükümet cephesinden Mısır ve Suriye ile alakalı gelen açıklamalar bu tartışmaları daha bir hararetli kılıyor.
Öyle görünüyor ki hükümet, dış politikada bir reset - yani yeni bir sayfa açma - siyasetini benimsemiş durumda ve bunu da kamu diplomasisiyle topluma takdim ediyor. Başbakan ve genel başkan değişimiyle girilen yeni dönemde yeni bir dış politika izleneceği mesajı sıklıkla işleniyor.
Bu ambalajlama yapılırken bir önceki dönemin dış politikasının ideolojik, maceracı ve iflas etmiş olduğu tasviri hem imkan olarak görülüyor hem de buna yatırım yapılıyor. Amaçlanmasa dahi, bu yeni dönem dış politika resetinin hızı ve söylemi, sonuçları itibarıyla dış politikada bir devr-i sabık yaratıyor. Tek aktörün muhayyilesinin ürünü olarak takdim edilen bu işlemeyen dış politikanın revize edilmesinde aktör değişiminin önemli bir imkan olarak görüldüğü intibası bilinçli olarak verilmek isteniyor.
Bu yapısı itibarıyla da, dış politika resetinin dış politik gerekçeler kadar iç politik hesaplarla da yapıldığı görülüyor. AK Parti’nin son yıllarda yaşadığı birçok tökezlemenin ana sebebini dış politikaya yükleme, buradan hasıl olan bakiyeyi de bir aktörün sırtına yükleyerek hem bu dönemi hem de aktörü geride bırakma arzusu dış politika alanında oluşturulmaya çalışılan iç ve dış kamuoyu algısının önemli bir motivasyonunu oluşturuyor gibi duruyor.
Aslında Türkiye’nin dostlarının sayısını arttıran, düşmanlarınınkini de azaltan bir siyaset izlemesi prensipte doğru bir siyasettir ve desteklenmesi gerekir. Ki İsrail örneğinde olduğu gibi aslında bazı ilişkilerin tamiratının uzun bir diplomatik arka planı var.
Buna ilaveten dış politikada ölçek küçültmesi de Türkiye’nin dış politika kapasitesiyle orantılı bir siyaset izlemeyi ifade ediyorsa, doğru bir adımdır. Fakat bütün bunlar yapılırken süreç, şekil ve söyleme ikincil derecede ehemmiyetli muamelesi yapılmamalıdır. Siyasette bir şey yapmanız kadar onu nasıl yaptığınız ve nasıl takdim ettiğiniz de önemlidir.
Dış politikada ölçek küçültürken, ölçü de kaçmamalıdır. İsrail ve Rusya gelişmelerinden sonra, Mısır ile ilişkileri geliştirme isteğinin bu denli vurgulanmasıyla Suriye’de siyaset değişikliği sinyalinin aynı hafta içinde verilmiş olmasının ne kadar isabetli bir politika olduğu şüphelidir. Bu söylem ve davranış hem içeride hem de dışarıda Türkiye dış politikasının iflas ettiği, derin ve yapısal bir revizyona ihtiyaç duyduğu tezini tahkim etmektedir. İktidarın ve onun hinterlandındaki yazı ve söz erbabının muradının bu olmayacağını kestirmek güç değil. Ama eğer buysa, yani bir önceki dış politikanın iflas ettiğini, yanlış kabuller ve vizyon üzerine bina edildiğini düşünüyorlarsa veya en azından böyle görülmesini arzuluyorlarsa, bu durum sadece dış politikayla sınırlı değil, AK Parti’nin genel siyasal vizyonuyla alakalı bir tartışmayı da tetiklemesi gerekiyor.
Dış politika sadece dış politika değildir; onun fikrî temelleri ile kimlik kurucu işlevi de vardır. Avrupa entegrasyonu siyasetinin de, NATO’nun da, Kemalist müesses nizamın da, İran’ın ve diğer birçok devletin de dış politikalarının dayandığı bir siyasal vizyon, fikrî temel ile kimlik inşa etme misyonu vardır.
Tabii ki AK Parti’nin bir önceki dış politikasının da dayandığı bir siyasal vizyonu ve misyonu vardı. Bu vizyonun da AK Parti’nin siyasal kimliğinin oluşumunda önemli bir katkısı vardı. Dolayısıyla, dış politikadaki bu söylem ve adımların sadece bazı başlıklarla mı sınırlı kalacağı yoksa genel bir trendi mi teşkil edeceği önemli bir konudur. Eğer ikincisiyse, bunun AK Parti’nin siyasal kimliği ile alakalı implikasyonları olacaktır.
Bu noktada şu soruların cevaplanması önem kazanıyor: mevzubahis resetin dayandığı yeni bir dış politika vizyonu var mı? Bu vizyonun çerçevesini çizen ilke, değer ve varsayımlar nelerdir? Bu yeni dış politikada Türkiye’nin bugüne kadar ittifak geliştirdiği grup ve devletler nerede duruyor?
Tam bu noktada son dönemlerin klişe söylemi olan dış politika ideolojik saiklerle yapılmaz cümlesini duyar gibiyim. Bu cümle bir klişedir. Kullanışlı olabilir ama anlamlı değildir. Eğer dış politika derken kast ettiğimiz şey dış ilişkilerden ötesini ifade ediyorsa, bir siyasete işaret ediyorsa, o dış politikada ideolojinin de, siyasal vizyonun da, tarihin de, coğrafi konumun da yeri vardır. Maharet bu unsurları dış politikanın harcına kararken hangi ölçek ve öncelik sıralamasıyla yapıldığıyla alakalıdır.
Dolayısıyla, dış politikayı reel politik gerekçeleri gözardı edecek şekilde ideolojik bir dünyaya hapsetmemeli söylemi ile dış politika da ideolojiye, aktörün izine yer yok iddiası birbirinden farklıdır. İlki makuliyeti ifade ederken ikincisi ya siyasetsizliği ya da bir fanteziyi temsil ediyor.
Reset tek başına nötr bir kavramdır. Onun müspet veya menfi mi olacağı onun nasıl bir gerekçeyle yapıldığı, ondan ne umulduğu ve onun nasıl bir politik vizyonun içerisine yerleştirildiği ile yakından ilintilidir.
Türkiye’nin son dönemlerde izlediği reset siyaseti eğer iyi tartılıp ölçülmediyse, sadece herkesle iyi geçinmeliyiz, ilişki geliştirmeliyiz, bir dönemi kapatmalıyız kabulü üzerine inşa ediliyorsa bu ancak yeni bir resete zemin hazırlar. Bu durum da dış politikada Türkiye’nin stratejik konumunu güçlendirip, tahkim etmekten ziyade onun güvenilirlik ve tutarlılık krizini daha da akut hale getirir.