Cenevre’de beklenen gerçekleşti ve görüşmeler, bir türlü teknik boyuttan siyasal boyuta geçemedi. Muhalefetin ısrarına ve kendi siyasal yol haritasını sunmasına rağmen bu gerçekleşmeyince, muhalefet de görüşmelerden çekildi.
Cenevre süreci siyaseten ölü doğmuş olmasına rağmen, sürecin işlevselliği ve ABD-Rusya açısından kullanışlılığı nedeniyle görüşmeler, sahici konulara girmeden, siyasal taleplere değinmeden bir şekilde devam edecek gibi görünüyor. Rejim ve muhalefetin hukuk birimlerinin daha etkin olduğu/olacağı, teknik başlıkların konuşulduğu ve muhtemelen konuşulacağı bu süreç, rejime, ABD’ye ve Rusya’ya muhalefeti oyalama imkanı sunuyor.
Herhangi bir müzakere sürecinin akıbeti önemli ölçüde tarafların nasıl bir psikoloji ile masaya geldiğiyle yakından ilgilidir. Tarafların bu süreci sahici bir çözüme giden yol olarak görmeleri veya buna zorlanmaları, sürecin başarısı icin önemlidir. Ancak Cenevre III görüşmeleri bu en temel ilkeyi ihlal ile başladı. Ne rejim Cenevre görüşmelerini sahici bir çözüm adresi olarak gördü, ne de ABD/Rusya rejimi bu yönde zorladı.
***
Teknik görüşmelerin siyasal görüşmelere öncelenmesinin başlıca sebebi, Obama yönetimi ile Rusya’nın zaman kazanmak istemesidir. Amerika ve Rusya’nın yaptıklarına bakılırsa, iki ülke de kendi perspektifleriyle uyumlu bir muhalefet dizaynını önceliyor. Mevcut muhalefet ve muhalefeti destekleyen ülkeler için kötü haber, iki ülkenin ‘makbul’ muhalefet ve ‘makul’ çözüm perspektiflerinin birbirine epey yakın olmasıdır.
ABD ve Rusya’nın öngördüğü Suriye muhalefeti dizaynı aynı zamanda siyasal taleplerin yeniden dizayn edilmesi manasına geliyor. Sahici aktörlerin muhalefet içindeki ağırlığının azaltıldığı ve buna bağlı olarak da sahici taleplerin azaldığı bir denklem kurulmak isteniyor.
Rusya, muhalefetin dizaynı konusunda ABD’den daha iştahlı görünüyor. Suriye muhalefeti, Riyad toplantılarıyla Kahire ve Moskova muhalefetini hem böldü hem de anlamsızlaştırdı. Mevcut resim, Rusya’nın tekrardan Kahire ve Moskova muhalefetine benzer bir muhalefet kompozisyonunu oluşturmak istediğini gösteriyor. Kahire ve Moskova muhalefetini devrimden ziyade reform muhalefeti olarak değerlendirmek yanlış olmaz çünkü rejim, iktidar ve ülkedeki siyasal değişim konularındaki talepleri çok sınırlıydı.
***
Bunun yanı sıra ABD, Suriye’deki ana önceliğini IŞİD ile mücadele olarak kodladı. Bunun devamı olarak da bu mücadeleye endeksli bir ‘makbul’ muhalefet öngörüyor. YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ABD’nin bu öncelik ve vizyonuna hitap ediyor. Bu nedenle ABD, bu güçlere ciddi yatırım yapıyor ve bu yapıya daha çok meşruiyet kazandırmak için bu yapıyı daha fazla Arap katılımıyla tahkim etmek istiyor. Bu yapıya sahada ve bölgede daha fazla meşruiyet kazandırmak için de, bu yapı ile rejimi daha görünür bir şekilde birbirinin karşısına konuşlandırmak zorunda. YPG ile rejimin son dönemlerdeki çatışmaları, SDG’nin muhalif ünvânı ile meşruiyet kazanmasına katkı sunacaktır. Eğer ABD bu projeksiyonunda başarılı olabilirse, SDG’yi Suriye’de kendi desteğini alan ana muhalif gruplardan biri olarak konumlandırmaya çalışacaktır.
Suriye’de askeri yollarla demografi değiştirildi ve Suriye’nin savaş öncesi nüfusunun yaklaşık yüzde 25-30’u ülkeden ayrılmak durumunda kaldı. Bu ayrılanların büyük çoğunluğu Sünni Araplar’dan oluşuyor. Demografideki bu değişime paralel olarak, siyasal yollarla muhalefet kompozisyonu ve dolayısıyla da siyasal talepler yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor. Askeri güç, sistematik katliam ve trajedilerle desteklenen bu sosyal/siyasal mühendisliğin sürdürülebilir bir çözüm üretmeyeceği aşikar. Fakat ABD başta olmak üzere, Suriye’de etkin olabilecek uluslararası güçlerin şu an için sürdürülebilir bir çözümden ziyade, düşük yoğunluklu, yönetilebilir bir krizi öncelediklerini görüyoruz. Çünkü sürdürülebilir bir çözümün Suriye’de başkaldırıya öncülük eden sosyolojinin siyasal talep ve temsilini marjinalleştirilerek, hatta yer yer krimanilize edilerek elde edilemeyeceği ortadadır.