Suriye’de zaman tekrardan hızlı akıyor. Hem saha da yeni fiili durumların ortaya çıkmasının olası olduğu günlerden geçiyoruz hem de siyasal başlıkta gözlerden ırak bir süreç işliyor. Geçen hafta Lübnan merkezli Al Akbar gazetesi Rusya’nın Suriye için taslak bir anayasa hazırladığını duyurdu. Her ne kadar Suriye rejimi böyle bir taslağın varlığını reddetse de, taslağın iddia edilen içeriği Rusya’nın bugüne kadar ortaya koyduğu Suriye vizyonuna uygun görünüyor: adem-i merkeziyetçi, etnik ve mezhebi kimlikleri siyasal güç paylaşımının ana kıstası haline getiren, gücü siyasal sistemdeki farklı merkezler arasında paylaştırmayı öngüren bir taslak.
Aynı dönemde ABD’nin de yoğun bir Suriye gündemi vardı. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) General Joseph Votel önce Kobani’ye akabinde de Ankara’ya bir ziyaret düzenledi. Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ABD öncülüğündeki koalisyon uçaklarının desteğiyle Rakka’ya operasyon başlattı. Rusyanın Suriye için öngördüğü siyasal vizyon ile ABD’ininki arasında ciddi bir fark olmadığını dikkate alacak olursak, şu anlık Rusya’nın girişimini bir paranteze alabiliriz. Asıl soru, ABD, Suriye’de ne yapmaya çalışıyor?
Öncelikle, ABD’nin SDG’ye yaptığı onca yatırım sadece Kuzey Suriye ile sınırlı, geçici bir yatırım gibi durmuyor. ABD, Suriye krizinde kendi çözüm perspektifini ortaya koymadan önce bu perspektife uygun kendi makbul muhalefetini dizayn ediyor. ABD Suriye muhalefetine tam destek sunmakta her daim mütereddit davrandı. Destek sunarken dahi bunun sahada sonuç tayin edici mahiyette olmamasına ihtimam gösterdi. Radikal grupların eline geçebileceği gerekçesiyle Suriye muhalefetine ağır silahlar vermekten imtina etti. Bu da savaşın daha fazla uzamasına, radikal grupların gelişip, serpilmek için uygun koşulları bulmasına yol açtı. Suriye krizinin başlangıcından bugüne kadar gelen süreç, radikalizmin Suriye’de geometrik arttığını, bunun bu şekilde yaşanmasından da dini-ideolojik referanslardan ziyade siyasal ve güvenlik koşullarının etkili olduğunu gösteriyor.
Öyle görünüyor ki, uzun bir süredir ABD, Suriye’de kendi öncelikleriyle Suriye muhalefetinin önceliklerinin örtüşmediğini düşünüyor. ABD, Suriye’de IŞİD’i diğer bütün başlıklara önceleyen bir siyaset izliyor. Suriye muhalefetinden aynı şeyi beklemek gerçekçi değil. Suriye muhalefetiyle siyasal öncelikler konusunda yaşadığı ayrışmaya ilaveten, ABD, Suriye muhalefetinin birçok bölgesel devletin (Suudi Arabistan, Türkiye, Katar, v.b.) gündemini içerdiği, bunları dengelemeye çalıştığını, bu nedenle de kendisinin Suriye muhalefeti üzerindeki kontrol imkanının sınırlı olduğunu düşünüyor. Buna karşın, başlangıcından itibaren kendisinin dizayn ettiği SDG üzerinde en fazla kendisinin etki ve tasarruf sahibi olacağını varsayıyor. ABD, mevcut durumda SDG’nin ana omurgasını YPG’nin oluşturduğunun, bu yapısıyla da SDG’nin Suriye’nin tamamına hitap edemeyeceğinin ve meşruiyet açığına sahip olduğunun farkında. Bu farkındalık nedeniyledir ki ABD aktif bir şekilde daha fazla Arap unsuru bu yapıya dahil etmeye çalışıyor.
Dolayısıyla, söylenenin aksine ABD Suriye’de siyasetsiz değil. Yaptığı yatırımlar ve sergilediği tutum aşağı yukarı genel çerçevesi olan bir siyasetin varlığına işaret ediyor. Bu siyasetin şöyle tarif edilmesi mümkün gözüküyor: SDG’nin ana muhalif grup haline geldiği, Suriye’de siyasal/rejimsel değişimden ziyade siyasal reformun hedeflendiği, adem-i merkeziyetçi özelliklerinin baskın olduğu bir Suriye hedefleniyor.
Bu nedenle, bölge devletlerinin ABD’nin Suriye’de siyasetsizliğinden yakınmaktan ziyade genel çerçevesi her geçen gün daha belirginleşmeye başlayan ABD’nin vizyonunu ne ölçüde etkileyebileceklerinin sahici bir muhasebesini yapmalılar. Bu vizyonun Suriye krizine Suriye toplumunun benimseyebileceği, yani sosyolojik tatmini sağlayan bir çözüm perspektifi sunmadığı ortadadır. Suriye başkaldırısı anti-radikalizm, Suriye muhalefeti de anti-IŞİD gerekçesiyle ortaya çıkmadı. Ama ABD mevcut pozisyonun arkasına kaynak ve askeri mühimmat koyuyor. Bu durum da sahada yeni bir askeri durum resminin ortaya çıkmasına yol açıyor. Sahadaki askeri durumun da daha sonra siyasal duruma yansımaması düşünülemez. Nihayetinde Suriye’de askeri çözüm ile siyasal çözümü birbirinden ayrıştırmak çok sahici olmayacaktır.