AB sürecinden Avrupa ile ilişkilere…

Galip Dalay

Angela Merkel’in Türkiye’ye, Başbakan Davutoğlu’nun da Avrupa’ya yaptığı ziyaretler, Türkiye - AB ilişkilerinde yeni bir döneme mi giriyoruz sorularına yol açıyor. En sondaki yargımı en başta söyleyeyim: Türkiye’nin AB sürecinde yeni bir döneme girmiyor, fakat Türkiye’nin AB süreci ile Avrupa’yla ilişkilerinin birbirinden ayrıştığını görüyoruz.

Türkiye ile AB arasında, üzerinde anlaşılan ortak hareket planları, imzalanan anlaşmalar ve yaşanan suni aktivizme rağmen, mevcut ilişkilerin seyri Türkiye’nin AB üyeliği yolculuğunda anlamlı bir ilerlemeyi ifade etmiyor. AB üyelik sürecinin 35 başlığından biri olan, Ekonomi ve Parasal Politikalar başlığının 14 Aralık’ta açılmış olması, Hollanda’nın dönem başkanlığında 33. faslın açılacağına dair beklenti dahi bu durumu pek değiştirmiyor. Üyelik başlıklarından herhangi birinin açılması kararı önemli oranda siyasi bir karardır ve dönemin koşullarıyla tehditler ve fırsatlar okuması bu kararın alınmasında rol oynayabilir. Fakat açılan müzakere başlığının kapanması teknik-bürokratik bir konudur. AB tarafında Komisyon bürokratları bu sürecin ana aktörüdürler. Nitekim, AB’ye üyelik yolunda aday ülkelerin tamamlaması gereken 35 müzakere başlığından 15’inin açılmış olmasına rağmen, sadece bir tanesinin kapatılabilmiş olması, siyasal karar alma ile bürokratik ve teknik işleyiş arasındaki farklılık ve makası ortaya koymaktadır. AB üyelik fasıllarından 25. fasıl olan “Bilim ve Araştırma” faslı Haziran 2006’da kapandı ve son 10 yılda kapanan başka bir fasıl da olmadı.

***

Bu resim aynı zamanda, “AB, mültecilerden kurtulmak için Türkiye’nin üyeliği konusunda standartları düşürüyor”, “Avrupa değerlerinden feragat ediyor” suçlamalarının temelsizliğini ortaya koyuyor. AB, Türkiye ile müzakere fasıllarından herhangi birinin kapanması için gereken kriter veya metotlarda bir değişiklik yapmış değil. Türkiye, açılan veya açılacak olan fasılların kapanması için gerekli olan teknik, bürokratik, mevzuat ve(ya) kurumsal açıdan iyileştirmeleri yapmadığı takdirde, bu başlıklar zaten kapanmayacak. Üyelik yolculuğunda başarının asıl kriteri üyelik başlıklarından herhangi birinin açılması değil, kapanmasıdır.

Görünen o ki, Türkiye’nin Avrupa serüveni AB Üyeliği parantezinden çıkıyor. Uzun bir dönem Türkiye, Avrupa okumasını ve Avrupa ile ilişkilerini AB üyeliği parantezine hapsetmişti. AB başlığındaki ilerleme veya gerileme de Türkiye’nin Avrupa’ya bakışını ciddi manada etkiliyordu. Ama bir süredir bu denklemde bir değişim yaşanıyor: Almanya’yla başta olmak üzere Türkiye ile Avrupa’nın ana ülkeleri arasında stratejik perspektifi olan yeni bir ilişki tarzı gelişiyor. Bu ilişki biçimi, ileri bir tarihteki AB üyeliğini dışlamayan, fakat onu da öncelemeyen bir şekilde gerçekleşiyor.

***

AB, varoluşsal sorunlar ve kimlik krizleriyle boğuşuyor. Soğuk Savaş’ın bitimine müteakiben aynı anda uygulamaya koyduğu genişleme (enlargement) ve derinleşme (deepening) stratejileri umulan sonuçları vermedi. AB, neredeyse kıtanın tamamına yayıldı. Bunun yanı sıra Birlik, ciddi manada bir derinlik de kazandı. AB, ortak para biriminin kullanımından, adalet ve içişleri gibi ulusal hükümranlık konularına giren başlıklarda yakın bir işbirliği mekanizmaları geliştirdi. Fakat bütün bu adımlar AB’nin kurumsal kapasitesi, üye ülkelerin bu süreci taşıma kapasiteleri ile toplumun bunları kabullenme ve hazmetme potansiyeli dikkate alınmadan yapıldı. Bu da farklı üye ülkelerin farklı hız (multi-speed EU) ve derinliklerde dahil olduğu bir AB kompozisyonunun ortaya çıkmasına yol açtı.

AB’nin bu kurumsal ve kapasite sorununu daha akut hale getiren diger bir meseleyse, AB üyesi ülkelerin siyasal ve stratejik kültürlerinde sahip oldukları derin farklılıklardır. Örneğin, Rusya’ya yaklaşım konusunda AB ülkeleri arasında kapanması güç farklılıklar bulunmaktadır. Bunun yanısıra, AB’nin yaşadığı kimlik krizi, kendi içindeki ve dışındaki ‘öteki’ ile kurduğu veya kuramadığı ilişki tarzı AB projesini felç etmektedir. Mevzubahis faktörler de Türkiye ile Avrupa’nın AB Üyeliğine endeksli bir ilişki geliştirmesini sorunlu kılmaktadır. Nitekim, AB Komisyonu’nun 2014-2020 bütçesinde Türkiye’nin üyeliğine dair herhangi bir kaleme yer vermemesi, en azından orta vadede AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etme perspektifine sahip olmadığını göstermektedir.

Velhasıl, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri ve Türkiye’nin AB süreci uzun zamandır tedrici olarak birbirinden ayrışmaktadır ve aslında bu sağlıklı bir gelişmedir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.