2017'nin son günleri yaklaşırken, Türkiye dış politikasındaki genel manzarayı değerlendirmekte fayda var. Son birkaç yıldır hem Türkiye hem de bölge türbülanslı bir dönemden geçiyor. Dış politikada sıklıkla zikzaklı görüntüler sergileniyor. Bunu Trump'a yaklaşımda da, Suriye meselesinde de ve İran'la ilişkilerde de defaatle gördük. Fakat her ne kadar 2017 yılı vurgusunu yazının başında yapmış olsam da, aslında bu yıl bağlamında değerlendireceğimiz trendlerin birçoğunun bir yıldan daha uzun ömürleri var. Bu yazıda, dış politikada son yıllarda hangi başlıklarda nasıl değişimler yaşandığına ve hangi noktalarda daha dikkatli davranılması gerektiği hususlarına değineceğim.
Söylem değişimi: Son birkaç yıldır Türk dış politikasının kullandığı söylemde ciddi değişimler yaşandı. Yeni bir bölgesel düzenin inşasında kurucu ve başat bir rol oynama söylemleri yerini daha çok ulusal güvenlik tehditleri temalarına bırakmış durumda. Bölgede Arap Baharı'nın yaşadığı dönüşüm, Türkiye'nin yüzleştiği güvenlik tehditlerinin niteliğini ve boyutunu düşündüğümüzde bu anlaşılabilir bir durum. Fakat buradaki asıl tehlikeyi ulusal güvenlik tehditleri söylemi iç politikada bir güvenlikleştirme siyasetine yol açması oluşturuyor. Türkiye'de yeniden temel özgürlük alanları ve siyasal kimlikler hızlı bir şekilde güvenlikçi bir bakışa teslim ediliyor.
Dış politikada coğrafik olarak ölçek küçültülmesi: Türkiye, Ortadoğu politikasında ciddi manada bir ölçek küçülttü. Son Kudüs meselesiyle Katar krizini bir kenara koyacak olursak, Türkiye'nin Ortadoğu'daki dış politika coğrafyası Kuzey Suriye ile Kuzey Irak arasına sıkışmış durumda. Yani Kürt coğrafyası...Zaten Türkiye gittikçe anti-PYD-PKK hatta anti-Kürt bir periferi gücü olarak algılanıyor.
İttifak ilişkilerinin yaşadığı dönüşüm: Arap Baharında rüzgarın terse dönmesi, Türkiye'nin sahip olduğu ve muhtemelen sahip olabileceği ittifak ilişkilerini ciddi manada hırpaladı. İhvan siyaseten büyük oranda sahnenin dışına itildi. Ennahda Tunus siyasetinde profil düşürdü. Benzeri bir şekilde Hamas da Filistin siyasetinde çıtayı biraz düşürdü. Buna ilaveten, Irak Kürdistan'ındaki referandum ve Türkiye'nin bu konuda izlediği siyaset Türkiye ve Iraklı Kürtlerin ilişkilerini de epey hırpaladı. Yeni dönemde Iraklı Kürtler başta olmak üzere Türkiye tekrardan rehabilite edebilecekleri ilişkilerine mesai harcaması gerekir. Bunun yanında, Türkiye, bölgesel jeopolitik ayrışmadan kaygı duyan veya bu konuda daha nötr bir tutum takınan aktörlere yönelik olarak da yeni bir siyaset izlemelidir. Daha önce de belirttiğim üzere, örneğin Türkiye, bölgedeki Hristiyanlara yönelik yeni bir siyaset geliştirmelidir. Hatta, İstanbul'da bölgedeki Hristiyanların meselelerini masaya yatıran uluslarası bir toplantıya öncülük yapmalıdır.
Vizyon eksikliği: Türkiye'nin dış politikasına yön veren bir vizyondan bahsetmek güç. Türkiye dış politikası fazlasıyla reaktif bir görüntü arz ediyor. Türkiye, uzun süredir ortaya koyduğu reaksiyonların kümülatif toplamına dış politika muamelesi yapmaya başladı. Fakat dış politika vizyonu ortaya koymak sanılanın aksine kolay bir iş değil. Çünkü bu iç politika, ekonomi ve güvenlik politikalarına dair de bir vizyonunun varlığını gerekli kılıyor. Ülkenin temel meselelerinin nasıl çözüleceği teması burada kritik bir öneme sahip. O zaman bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Türkiye'nin içeride izlediği siyaset, takip ettiği ekonomi politikaları, demokrasisinin sıhhati, Kürt meselesi gibi temel meseleleri çözme veya çözememe tarzı nasıl bir dış politikayı zorunlu kılıyor. Ne yazık ki bugün içerideki manzara istenilse de çok iyi ve başarılı bir dış politikaya imkan verecek gibi durmuyor. Bu meseleyi biraz daha açalım. Mesela AK Parti'nin ilk dönemlerinde izlediği Avrupa Birliği yoğunluklu dış politikasını iç politika tercihlerinden ayırmak mümkün değil. AK Parti'nin sistem içerisinde güvenlik arayışı, uluslarası meşruiyet talebi, askeri vesayeti geriletme vizyonu, siyasal alanı genişletme tasavvuru, ekonomide sınıf atlama vizyonunun doğal sonucuydu izlediği AB-merkezli dış politika. Peki bugün iç siyasette, ekonomi ve güvenlik konularında nasıl bir tasavvura sahip iktidar? Bu sorulara cevap verilmeden, nasıl bir dış politika sorusu biraz havada kalır. Tabii ki burada da ülkenin genel demokratikleşme ve temel hürriyetler sorununa, kurumsallaş(ama)ma meselesine, orta gelir tuzağından kurtulma hadisesine ve Kürt meselesinde yeni bir vizyonun ortaya konulması gerekiyor. Bu sorular cevaplandıktan sonra ancak anlamlı bir dış politika vizyonu tartışması yapabiliriz.
Dış politika vizyonunun inşasında diğer önemli bir başlığı ise dünyadaki güç dengelerinin nasıl ve ne yöne evrildiğine dair yaptığımız okumalar oluşturuyor. Bu konuda Türkiye'de bir damar Batı'yla yaşanan sorunları dünyanın post-Batı bir döneme girdiği şeklinde okumaya meyilli gözüküyor. Bunun doğruluğu tartışılır. Birincisi, Batı'yı yekpare ve toptancı bir okumaya tabi tutulması sağlıklı olmaz. Avrupa ve ABD'nin en son Kudüs meselesinde de olduğu gibi birçok konuda farklı tutum takınması böylesi bir toptancı okumanın yanlışlığını ortaya koyuyor. İkincisi, dünya post-Batı döneme geçse dahi Türkiye'nin siyasal, ekonomik ve sosyal ilişkilerinin mahiyetleri dikkate alındığında, Türkiye-Batı ilişkileri öneminden birşey kaybetmiş değil. Üçüncüsü, ortaya çıktığı varsayılan yeni küresel merkezlerin hiçbiri henüz veya görünen yakın gelecekte Batıyı ikame edecek durumda değil. Dördüncüsü, siyasal ve güvenlik başlıklarında Türkiye dış politikasının enerjisini bu ölçekte tüketen Ortadoğu, ekonomi ve diğer başlıklarda Türkiye dış politikası için aynı derecede bir öneme haiz değil.
Bu nedenle, Türkiye dış politikasını meşgul eden veya onun ilgi alanlarına giren meseleleri ve bölgeleri, sadece meselelerin aciliyeti üzerinden değil aynı zamanda önemleri üzerinden de ağırlıklandırmak gerekiyor. Bir nevi dış politikaya uyarlayabileceğimiz bir matematiksel algoritma dizaynı yapmamız gerekir. Ve Türkiye dış politikasının mesaisini ve enerjisini nereye ve hangi öncelikte harcanması gerektiği hususunu bu şekilde yeniden tanzim etmek gerekiyor. Bu da Türkiye dış politikasının son yıllarda yaşadığı Ortadoğu sıkışmasını aşmasını gerektiriyor.