Ateşkes bitti.
TSK Irakta konuşlu PKK hedeflerini bombalıyor ve PKK’de cevap veriyor.
İnsanlar ölürken çıkıp her iki tarafa da barış çağrısı yapmak, ilk anda insani ve mantıklı görünüyor ama gerçekten öyle mi?
Bu sorunun cevabı ancak, her iki tarafın ateşkes süresinceki tavırlarından başka, tarafların şimdiye kadar uyguladıkları taktik ve stratejiler ile söylemlerine bakılarak verilebilir.
Hükümet tarafını oluşturan Ak Parti’nin ilk seçim zaferi öncesinde programında bulunan barış iradesinin ifadesinden başlayarak, çatışmasızlık boyunca, eylem koysun koymasın, dağdaki gerilla varlığına sesini çıkarmaması, üstelik bunu, kendisine muhafazakar seçmeninden gelen baskıyı göğüsleyerek ve belli bir oy kaybını da göze alarak yaptığı ortada.
Son seçimlerde AKP’den MHP’ye kayan oyları hatırlayalım.
Çatışmasızlığı başlatan İmralı görüşmeleri süreç boyunca bazen aksasa da sürdü ve PKK destekçisi kitlenin tartışılmaz lider gördüğü Öcalan’ın tüm söylemleri, ateşkesin provokasyonlardan korunması için PKK silahlı güçlerinin ülke sınırları dışına çıkarılması ve bunun koşullarının sağlanması üzerine oldu.
Tartışılmaz olan gerçek, Ak Parti hükümetinin çatışmasızlığın sürmesi ve kalıcı bir barışa evrilmesi için üstelik de risk alarak, sonuçlarına katlanarak irade gösterdiği.
Bu süreçte AKP’nin karşısına, masanın öbür tarafına bakıldığında ise net bir “taraf” tesit edebilmek zor.
Tabii ki masanın o tarafında ilk görünen bayrak PKK’ninki ve onunla yanyana mı, içiçe mi, bağı organik mi, inorganik mi, “uzantısı” mı değil mi diye tartışıp durduğumuz HDP. Ve tabii Öcalan.
Bir çırpıda sayılabileceği gibi 3 ayrı akıl, ses, söylem ve eylem tarzı.
Masanın diğer tarafındakiler sadece bu sayılanlardan ibaret de değiller.
O tarafta birçok gizli özne de var ve bunlar bir bulanıklığın arkasına saklanıp bazen ortaya çıkıp bazen gerilere çekilerek etkin oluyorlar.
Uzaktan başlayarak sayıldığında uluslararası güçler, (en yakında ve belirgin İran, en uzakta ve belirsiz Mossad, Muhaberat, BND, diğerleri..)
Ulusal ölçekte ise İHD ve benzeri STK’lar, masanın o tarafına sırf karşı tarafta AkParti olduğundan oturup aslında Kürtler hakkındaki fikirleri “en iyi kürt ölü Kürttür’den en fazla “en iyi kürt savaşan Kürttür”e evrilebilmiş medya grupları, cemaat, kırgın ve kızgın sözumona aydınlar ve tabii bir belirip kaybolan CHP-MHP (evet MHP de) muhalefeti ile gürültücü Geziciler.
Görülebileceği gibi masada Ak Parti’nin karşısında oturanlar oldukça kalabalık bir grup.
Oysaki amaç “barış” ve silah tutan el de tek; PKK.
Doğal olarak o cenahta oturması gereken PKK ve hadi bir de onun yanında sözcü olabilecek HDP iken, bu kalabalık neden? Neden bu kakafoni sürdürülüyor? Neye yarıyor, neyi amaçlıyor?
Yukarıda Ak Parti’nin niyet ve hareket tarzına değinildi.
Bu soruyu cevaplamak için ise, PKK’nin hareket tarzına bakmak gerekiyor.
Çatışmasızlık, çatışma ile barışın kalıcı tesisi arasındaki süreç.
Açarsak; aslında 2 değil 3 seçenek var;
1-Çatışma;
PKK istemiyor. Artık koşullar değişti ve TSK karşısında başarı şansı yok. AKP zaten istemiyor. Çözüme yürümek, barışı tesis, yatırım ve iyileştirmelerle kendisine bölgede olan desteği artırmak, amacı. Daha uzak erimli amaçlar da var ama bu yazıya çok fazlalar.
2-Kalıcılaşmış barış;
PKK istemiyor çünkü bu tasviyesi demek. Bölge insanına verebileceği bir şey yok. Bütün o ekolojik katılımcı toplumcu vesaire teorilerinin bir karşılığı yok. Sadece silahı kamufle etmeye ve masadaki gürültüyü artırmak için yanına çağırdıklarından bazılarını kandırmaya yarıyor. Çalışsa idi Irak’ta Barzani’nin karşısında çalışırdı ve durum belli.
3-Ara dönem/çatışmasızlık;
Her iki taraf için de mecburi bir aşama, vazgeçilemez ama uzatılabilir ya da kısaltılabilir bir süreç.
AKP bu süreci kısaltmak istiyor.
Sebeplerini uzun uzun saymaya gerek yok. Sadece hiçbir devletin ülke dağlarında ve şehirlerinde birkaç bin kişilik bir silahlı grubun varlığına tahamülünün elbet bir sınırı olması gerektiğini ekleyip geçelim.
Ama PKK tersini, yani çatışmasızlık sürecinin olabildiğince uzatılmasını istiyor.
Bu onun için en ideal düzen.
Silahlı ve silahsız örgütlenmesini geliştirip yerleştiriyor ve derinleştiriyor. Hakimiyet alanlarında sınırlarını zorluyor, asker, vergi ve güç devşiriyor, seçimlere silahla müdahil oluyor, bölge koşullarının ona sağladığı olanakları sonuna kadar kullanarak uluslararası bir aktör olmaya yürüyor.
Masanın öbür tarafındaki karmaşa işte buna yarıyor.
Bu iddiaların sağlamasını yapmak kolay.
Eğer PKK barışın kalıcı tesisini istese idi taleplerinin vurgusu çıkarılacak aflar ve kanunlar, rehabilitasyonlar, geçmişin şedit devlet uygulamalarıyla hesaplaşılması, yerel yönetimlere güç aktarımı ve benzeri konularda olur ve BDP’nin güç ve etkisinin artırılması yönünde taktik geliştirirdi.
Oysa böyle değil.
PKK tarafından atılan bütün adımlar, kontrollü bir gerilimin sürdürülmesi üzerine kurulu.
Süreçte ne zaman olumlu, dolayısıyla da kalıcı barışa doğru bir adım atılsa, HDP/PKK’den ters yöne doğru bir ayar geliyor.
Dolmabahçe mutabakatı sevinç çığlıklarıyla karşılandığında, mutabakatın açıklanmasının üzerinden 1 saat bile geçmeden Demirtaş çıkıp “Bizim bu hükümete zerre kadar güvenimiz yok” açıklaması yapıyor. (Aynı Demirtaş birkaç ay sonra kriz büyüdüğünde Mutabakat’a dönelim diyecektir)
Bir Türkiye IŞİD’ı destekliyor kampanyası köpürtülüyor ve ülke içindeki kronik AKP muhalifi Beyaz Türkler mobilize edilerek Dünya ölçeğinde bir kara propagandayla hükümet üzerinde baskı kuruluyor.
Aynı argümanın kullanılması 6-8 Ekim provokasyonuna kadar ilerletildiğinde ise Demirtaş, sebebi olduğu ölümler yüzünden kameralar karşısında biraz terleyip, aynı yoldan yürümeye devam ediyor.
Bu örnekleri çoğaltmak, BDP’nin HDP’lileştirilmesinden başlayıp
(her ne kadar bunun Öcalan’a ait bir fikir olduğu söylense de durum bunun, PKK’deki aşırılıkçılarca bir tuzağa dönüştürüldüğünü açıkca ortaya koyuyor),
sırf infial yaratmak için tezgahlandığı çok belli olan Ceylanpınar’da iki genç polis memurunun uykularında susturuculu silahlarla enselerinden kurşunlanması olayına kadar, mümkün.
(Bu konuda rezillikte ifrata kaçılıyor, "o polisler IŞİD'ın emniyetteki bağlantılarıydılar" deniliyor sonra da bu konuda değil kanıt, iftira bile atılmadan iddia unutuluyor, bir daha sözü edilmiyor.)
Aralarda da sürüsüyle taşkınlık, taciz, tehdit, adam kaçırma, suikast, araç yakma, yol kapama vs vs bulunuyor.
Ceylanpınar bardağı taşırmadan önce hükümetin tavrı, tüm bu sayılanlara müstakil müdahalelerde bulunmak, soruşturmak ve suçluyu yakalayabilirse cezalandırmak üzerineydi ancak Ceylanpınar’dan sonra bu değişti.
Bakmayı bilen gözler için açık bu PKK tavrının yanında ancak devlete ait gözler tarafından görülebilen bir alt düzey de vardı.
Barış Süreci PKK tarafından, gelecek bir çatışmaya hazırlık dönemi olarak değerlendirildi, silahlar dağdan kente indirildi, tuzaklar ve kapanlar kuruldu.
Devlet bunları izledi.
Bunları ve buna benzer daha birçok hareketi de izledi.
Irak kamplarındaki silah ve lojistik depolarını, konaklama ve saklanma yerlerini, mevzi ve tuzaklamaları tesbit etti, kişileri mimledi.
Sonunda gelecek olan geldi, beklenmeyen bir zamanda, beklenmeyen bir kırılma yaşandı ve emniyeti açık silahın tetiği çekildi.
PKK vuruldu.
Bu tabloda aksi düşünülemezdi.
PKK oynadığı bu çirkin oyunda hükümetin Barış Sürecini, hele de kan kaybederek çıktığı seçimlerden sonra bitiremeyeceği üzerine hesap yapar ve gerilimi artırırken, kendisini bir argüman, sözcüsü Demirtaş’ı bir yalan makinası ve AKP nefretinden aklını yitirmişlere bir kahraman olarak sunarken, tescilli Kürt düşmanlarıyla adı konulmamış ittifaklar kurarken elde avuçta ne varsa tek bir koza yatırdı;
Ak Parti hükümetinin çöküşü, çöküşü değilse de meydanın kendisinin istediği gibi at koşturabileceği bir kaosla kaynaması..
Bunun, katlanılabilir bir durum olmamasının yanında sabredilmesi sonucu başka masum öldüren provokasyonlara, derinleşen bir krize ve Ortadoğu’nun şu durumunda çok daha büyük felaketlere kapı aralayacağı belli.
PKK’ye bu tavrını sürdürmekten vaçgeçmesi için vuruldu.
Çünkü PKK ancak dayattığı statükonun sonuçlarının kendi çıkarı tersine döndüğünü anladığında ikna olabilecek bir örgüt ve barışa zorlanması gerekiyor.
Kendisinden istenen basit;
Silahlı unsurlarını Türkiye dışına çıkarmak, silahlı eylemlere ve provokasyonlara son vermek.
Teslim olması, kendini imha etmesi, diz çökmesi, değil istenen.
İstenen tek şey zarar verici varlığını çözüm yoluna doğru evirmesi ve bunu yapmazsa da imha edilecek.
Başka yol yok. Başka çözüm yok.
Şimdi ve hemen ateşkes isteyenler ise barışa değil, PKK’nin kaosuna, daha düşük yoğunluklu ve askeri olmaktan çok sivil hedeflerin zarar gördüğü, aslında daha uzun sürecek bir savaşa destek veriyorlar.
Yanına biraz bile akıl katılmamış hamasi aydın mızıldanmalarıyla bu işler olmuyor.
Şimdiye kadar deneyip bir işe yaramadığını defaten gördüğünüz “hep orta yolcu” fikirlerinizi, ya kendinize saklayın ya da gidin, barışa asıl PKK’yi çağırın.
Arkası en iyi şekliyle gelecektir.