Kandil, seçim sath-ı mailine girdiğimiz bu günlerde,
huzurlu bir sessizlik içinde.
Her fırsatta basın bildirileri ya da röportaj için misafir ettiği
gazeteciler aracılığıyla gönderdiği mesajları, uzunca bir süredir duymuyoruz.
Kendilerinden alınan en son haber,
Özgür Gündem gazetesi yazarı Muzaffer Ayata aracılığı ile ulaştı.
Ayata’nın iddiasına göre PKK,
‘Dolmabahçe Tarihi 28 Şubat Ortak Açıklaması’nda geçen ve Öcalan’ın
“PKK’nin bir kongre toplayıp silah bırakacağınızı açıklayın” talebinin
yerine getirilmesinden vazgeçti ve kongre filan da toplanmayacak.
Sebep ise açık; Erdoğan’ın izleme komitesi ve Dolmabahçe ortak açıklaması ile “Kürt Sorunu” hakkındaki olumsuz söylemleri.
Yazıdaki iddialar, hemen bütün yayın organlarında bir PKK açıklaması olarak kabul görüp, okuyucuya “Flaş Haber” olarak geçildi.
Nedense Kandil bu sefer, anlı şanlı açıklamaları yerine bir gazetecinin yorumlarından seslenmeyi yeterli bulmuştu.
Oysa bakmayı bilen gözler için, seçim bu kadar yakınken PKK’nin, doğrudan AK Parti’nin elini güçlendirecek silahsızlanma aşamasına geçmesi zaten mümkün değildi ve özellikle HDP adına neredeyse ‘tek ses’ konuşan Demirtaş’ın provokatif söylemleriyle de (kendisi söylemlerini değiştirmediği sürece) uyuşmayacak bir eylemdi. Demirtaş da kısa bir süre için sesizleşti ama sonra bildik, sarkastik, provokatif söylemiyle geri döndü.
Büyük ses getiren ve bir milat olarak Kabul edilen 28 Şubat ortak açıklaması da, yarattığı onca yankıya rağmen böylece sönümlenip gitti…
Kısacası bu sıkıcı it-çek oyununda bir perde daha kapandı ama yine de sessiz sedasız bir adım da atıldı. Hem Öcalan’ın açıkca ve hem de Kandil’in dolaylı olarak söyledikleri ortaktı; “Bu savaş bitti”
İşin doğrusu Barış Süreci’nin başındaki ateşkes ile savaş zaten bitmişti.
Sürecin başlamasından önceye giden 1-1,5 yıl boyunca, askeri vesayetin tasfiyesi sonucu gerçek yetenekleri doğrultusunda koordine olabilen TSK, tüm PKK saldırılarını başarızlıkla sonuçlandırdı ve etkili operasyonlarla karşı tarafa masadan bir başka çaresi olmadığını gösterdi.
Ateşkes boyunca da Kandil, biraz nazlanır görünse ve gündeme tehditler, çekinceler boca etse de aslında, güle oynaya sürece razı oldu.
Ve arkasından da süreci olabildiğince uzatma stratejisini devreye soktu.
“Süreci uzatmak”tan kasıt nedir, açıklayalım…
“Barış Süreci” adı üzerinde, nihayetinde kalıcı barışın tesisinin amaçlandığı
ve bu amaç için gerekenlerin ardışık yapılacağı bir zaman aralığını işaret ediyor.
Aflar, ceza indirimleri, suçların tekrar tanımı ve cezaların tehiri,
uyum sağlama/rehabilitasyon projeleri ve giderek Yeni Anayasa ile başlayacak ve Avrupa müktesebatı doğrultusunda yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle girilecek bir Yeni Türkiye Demokrasisi aşaması…
Sürecin ve sonrasının olası başlıkları böyle sıralanabilir.
Tarafların ise sürece yaklaşımlarındaki fark, yani mevcut süreci uzatmayı ya da kısaltmayı hedeflemeleri, burada devreye giriyor.
Doğal olarak hükümet bu süreçte, biran önce kesin silahsızlanmayı sağlamayı ve PKK tehditinin tümüyle ortadan kaldırılmasıyla girilen bir rehabilitasyon aşaması sonucunda, bölgenin imarını hızlandırıp, aldığı kitle desteğini artırmak amacını güdüyor.
PKK ise, olasılıkla tarihindeki en mutlu günlerini yaşıyor.
Militanları, kendilerine bırakılmış dağlık alanlarda çıkacakları bir eylemde alacakları risklerden de, olası TSK operasyonlarının yıkıcı etkisinden de uzakta
bölgedeki temas ve giriş çıkışlarını silahsız da olsa sürdürüyor, etkinliklerini, örgütlenme ve halk üzerindeki baskılarını, gizli ya da açık, az ya da çok sürdürmeye devam ediyorlar.
Rehavetlerini, Kobani’nin IŞİD tarafından kuşatılması dahi bozamadı.
Çatışmaya, lümpen YDGH’larının Türkiye tarafında ve sivil halk arasında çıkardığı kargaşa dışında, pek bir katkıları da olmadı.
Sözün özü PKK, bir türlü nihayete varamayan, elden geldiğince uzatılmış bir barış sürecini hedefliyor ve bu seçimde meclise girip giremeyeceği meçhul siyasi uzantısı HDP de, doğal olarak bu yönde hareket ediyor.
Sürecin olabildiğince uzatılması ise istikrarsızlığın maksimizasyonuyla mümkün ki, BDP’nin sekter Türk Solu ortaklığıyla HDP’ye evrimi de,
HDP arka kapılarından girip çıkarken görülen “the Cemaat” figürleri de,
CHP tabanına kırpılan gözler ve Demirtaş’ın her fırsatta sarıldığı kör değneyi ‘hırsızlık’ söylemi de,
Aslında sadece bu amaca hizmet ediyor.
Meclise girmek de girmemek de aynı şey HDP için, fazla bir şey farketmiyor.
Sorunun çözüm paydasında yer almak, onun için PKK’nin halihazırdaki statükosunu olabildiğince sürdürmekten başka bir anlam taşımıyor.
Ne süreçte hükümete dair anlaşılır bir eleştirileri var ne de üzerinde tartışma geliştirilebilir bir önerileri.
Somut’a en yakın ve üzerine faydalı bir dialog oluşturulabilmesi en mümkün iki önerileri, Alevi Hakları ve Anadilde Eğitim ise bizzaat kendileri tarafından mümkün olduğunca sulandırılıyor.
Seçimde barajı geçebilirlerse, AK Partiyi Anayasayı değiştirmeye gücü yetmeyecek bir meclis çoğunluğunda iktidara, ya da olası bir MHP koalisyonuna mahkum ederek iyice “Sağ”a itmeyi,
geçemezler ise, “Antidemokratik Türkiye” söylemi üzerinden ve “sivil itaatsizlik siyaseti”yle gerginliği olabildiğince sürdürmeyi hedefliyorlar.
Ancak bu strateji ciddi bir risk de içeriyor.
Bölge halkı çok uzun süredir savaşın acılarını çekti ve her ne kadar PKK/HDP tarafından dile getirilmese de, AK Parti’nin samimiyetine inanıyor.
Son tahlilde PKK/HDP’nin bu çözümsüzlük stratejisine Kürtlerin vereceği destek sınırlıdır ve her ne biçimde, kim sayesinde olursa olsun Kürtlerin bu son 30-40 yılda keskinleşmiş siyasi bilinci, PKK/HDP’yi de hiç beklemedikleri bir anda ve şekilde biçebilir.
O zaman da dağlarda koşup oynadıkları bugünleri “keşke daha iyi değerlendirseydik” diyerek, mumla arayabilirler…