Savaşın tozu dumana kattığı bugünlerde, sarih düşünmeye sakin bir liman bulmak, ortalığın bunca karışıklığında düzenli bir dizge kurmak zor ancak bu yapılmalı.
Savaş, politikanın şiddet dolu bir evresinden başka bir şey değil.
Kanaatler, eğilimler, kararlar, pazarlıklar ve an/antlaşmalar da öneminden bir şey yitirmiş değil.
Basit bir, aslında içiçe geçmiş iki soru ile başlayalım;
PKK ne istiyor ve savaşı kim başlattı?
Dünden bugüne, “Barış Süreci”nin başlangıcı dediğimiz ilk İmralı görüşmesinden savaşın 2000’e yakın can aldığı bugünlere bir çizgi çekip, PKK/HDP (o zaman BDP) tavır ve tarzına yine bugünün ışığında baktığımızda görülen, PKK cephesinin hiçbir zaman barış istemediği olacaktır.
Bunda şaşılacak bir şey yok çünkü sürecin tamamlanması ve nihai barışın tesisinin PKK’nin yok olması anlamına geleceği ortada.
PKK bu olgu karşısında iki yoldan birini seçmek zorunda;
Ya siyasallaşarak silahlı kimliğinden ayrılacak ki bunun onlarca bir “güç yitimi” olarak algılanıp, halihazırda eldeki birçok avantajın (hakimiyet alanları, para döngüsü, Türkiye karşısında efektif bir uluslararası silah olmak vs) da kaybı anlamına geldiği kesin.
Ya da Barış Sürecini, mükünse çatışmasızlık seviyesinin bir adım ötesine geçmeyecek bir ara aşamada sabitlemek ve bunun için süreci ilerletecek adımları atmaktan ziyade, ilerletilerek nihai sonuca varmasını engelleyecek provokasyonlar yapmak.
Bu seçim, PKK’nin, bölgede ilk olarak eski sol örgütleri sindirdiğinde açık ettiği kuruluş mantığı ile özellikle Eski Türkiye sayesinde kazandığı kitlesel direniş örgütü olma niteliği arasında geçecek bir çatışmayı gerektiriyor ve görünüşe göre de bu çatışmayı şimdilik, başlangıç ruhu kazanmış durumda.
İlk İmralı görüşme tutanaklarının sızdırılmasından,
BDP söylemine Demirtaş ekolünün hakim olmasına,
çözümsüzlüğü ve uzlaşmazlığı motto edinmiş Türk Solu’nun bazı unsurlarıyla kurulan HDP ortaklığına,
son 3 seçimde izlenen politikaya,
6-8 Ekim olayları ve bağlantılı PKK cinayetlerine
ve nihayet 23 Temmuzda TSK’nın Irak kamplarını bombalamasıyla alevlenen bu son savaşa kadar, bugünden ilk İmralı görüşmelerine çekilen çizgide sıralananlar, PKK iç muhasebe/mücadelesinde belirleyici tarafın, başından beri belli olduğunun açık bir göstergesi.
Ancak PKK, kitlesel, siyasal bir direniş örgütü olma niteliğini de halen taşıyor ve hatta asıl ve en büyük gücü de o.
İşte bugün, Ak Parti hükümetine;
“Barış Sürecini sonu savaşla geleceği bilinirken neden başlattığı?”, “Sürecin, aslında PKK’nin askeri olarak güçlenmesine sebep olmaktan başka ne işe yaradığı?”,
“Yaşananların süreç boyunca PKK’ye göz yumulmasından kaynaklandığı” türünden, kimi haksız ve kimi de ilk bakışta haklı görülen soru ve eleştirilerin cevabı tam burada yatıyor.
“Barış Süreci” aslında, PKK’ye sorulan bir soruydu;
“Örgütsel çıkarların için mi yoksa Kürt halkının, ya da en azından örgütünün tabanını oluşturanların geleceği için mi savaşıyorsun?”
PKK bunun cevabını verdi, ilkini, yani mücadelesini tümüyle örgütün ve bağlantılı olduğu odakların bekasını korumak üzerine şekillendirmeyi seçti.
Peki.
Madem İmralı görüşmesinden bu yana PKK’nin hangi yolu seçeceği belliydi, hükümet cevabını bildiği bu soruyu yine de sormayı ve süreci yürüyebileceği yere kadar yürütmeyi neden tercih etti, bunun nedeni neydi?
Ve sonu başından belli bu süreçte PKK daha da güçlenmedi mi?
Bu soruların cevabı hem evet ve hem de hayır.
Evet çünkü Barış Süreci elbetteki PKK’nin örgütsel yaygınlık, üye sayısı, askeri ve politik eğitim vb konularında güçlenmesine yaradı.
Evet, elbetteki şehirlere yığılan silahların taşınıp gizlenmesi konusunda görece rahatlık sağladı.
Ama asıl cevap hayır.
Öncelikle PKK kır gerillasını, TSK’nın gelişen yetenek ve koordinasyonu karşısında ezileceği için, süreç olsa da olmasa da her halükarda kente taşıyacak ve savaşı kentlere kaydıracaktı.
Bunu Barış Sürecinde belki daha rahat yaptı ama artık anlamı kalmadı.
Süreç, kente yığılan o silahları kullanacağı düşünülen kitleleri tümüyle farklı bir yönde motive etti.
Kürtler, ister PKK taraftarı olsunlar ister olmasınlar, Batı basınının dezenformasyonu ve süreci küçümseyerek provoke etmesine rağmen,
Ak Parti hükümetinin barış iradesini gördüler, yaşadılar ve ona inandılar.
Şimdi PKK, kentlere yığdığı o silahları kullanacak kimsenin olmadığını, yapılan her polis operasyonu daha başlamadan HDP milletvekillerine attırdığı #bilmemnerdekatliamvar alarmlarının kofluğunun tınladığını, sokaklara sürebildiği yarı lümpen YDGH çetelerinden ve onlara dağdan inip yardıma giden birkaç gerilladan başka kimsenin çatışmalara katılmadığını görüyor ve hasretle güvenlik güçlerinin bir hatasını, infial yaratacak bir şiddet gösterisini bekliyor ama o beklediği de bir türlü olmuyor.
Onun yerine güvenlik güçleri, bazen ve hatta sıklıkla kendi hayatlarını da riske atarak, kılı kırk yaran bir titizlikle işlerini yapıyor ve PKK’nin beklediği provokasyona izin vermiyorlar.
Böylece PKK’nin “kent savaşı” giderek bir yenilgiye dönüşürken aynı anda bir başka mekanizma daha çalışıyor ve “örgütsel beka” ile “kitlesel beka” birbirlerinden ayrılıyor.
Örgütün sadece liderleri tarafından bilinen ve çoğunlukla ifade edilirken bir laf kalabalığı ve türlü yalanla gizlenen hedefleri, kitlesinin bekasıyla çatıştıkça, ortaya çıkan ayrım belirginleşecek ve unsurlar önce birer birer, sonunda da kitleler halinde örgütü terkedecekler.
Sonu başından bilinse de Barış Büreci, işte bu yüzden gerekli ve şarttı.
İnşasına girişmekle risk alan, aldığı riskleri her zaman iyi yönetemeyip 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar avantajını yitiren Ak Parti, Eski Türkiye’nin bir yükünü omuzlayıp taşımak sorumluluğunu hakkıyla yerine getirdi.
O süreç sayesindedir ki Kürtler şimdi karşılarında, sözüyle eylemi tutan, imha, inkar ve asimilasyon politikalarını terketmiş yeni bir devlet aklı görebiliyor.
Aynı politikanın içinde bulunulan çatışmalı süreçte de sürdürüldüğü görüldüğünde, çember kapanmış olacak.
Olasılıkla önümüzdeki günlerde örgüt, bir süre daha kent savaşını kızıştıracak ve onun şansı olacak bir felaketi bekleyip, kayıpları dayanılmaz noktaya gelinceye kadar zorlayacaktır.
Sonra da yapacağı, seçime doğru insiyatifi HDP üzerine kaydırmaya çalışmaktır.
Bu da uzun vadede, PKK’nin Ak Parti iktidarda kalıp politikalarını yürüttüğü sürece, yavaşça silinmesini ve insiyatifin tümüyle sivil siyaset alanına çekilmesini getirecek.
Ve biz ancak o zaman, şimdi bazılarının beyhude bulduğu ve Ak Parti iktidarına yüklenmekte kullandığı 2 yıllık ateşkesin, yüzlerce insanın hayatını kurtarmaktan başka daha nelere yaramış olduğunu göreceğiz.
Not; Bu yazı, PKK’nin üstüste tuzaklamalarla büyük kayba sebep olduğu ve bunun karşılığında ödediği bedelin net olarak bilinmediği, oldukça moral bozucu günlerde yazıldı. Ancak bu moral bozucu sebeplerle birlikte “Barış Süreci”ne saldırılar da yükselirken, öncelik sürece verildi.
Bir diğer yazı, hem son günlerin analizine hem de artık giderek bir komediye dönüşmüş “Almanya’nın PKK’ye silah desteği” iddiasına ayrılacak, eğer nasip olursa…
“Barış Süreci” PKK’ye sorulan bir soruydu
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.