İnsanoğlu Afrika’dan, önce Arap Yarımadası ve Ortadoğu’ya, oradan da bütün Dünya’ya yayıldı.
Fırat ile Dicle nehirlerinin arası ve çevresi, avcı toplayıcı insan topluluklarına en verimli ve uygun alan, sonra da insan nüfusunun ağırlıklı merkeziyle, uygarlığına beşiği oldu.
İnsanın Büyük Göçü, Güney Amerika’nın en ucuna, Horn (Boynuz) burnuna ulaştığında, dünyanın şimdilik bilinen en eski yapısı 11.600 yıllık Urfa Göbeklitepe tapınağı inşaa edilmeye başlamıştı.
Yazı bu bölgede bulundu, bilimler burada gelişti, uygarlıklar burada yükseldi, insan bir toplum olup bir arada yaşamanın yolunu, Doğa içindeki yerini burada aradı.
Bütün semavi dinler burada ve birbirlerinin üzerine yapılanarak yükseldiler.
İnsanın kabaca 10bin yıllık uygarlık öyküsünün büyük bölümü neredeyse sadece Ortadoğuda geçer.
Son büyük semavi din İslamın çatısı altında Ortadoğu, eski dünyadaki sınırlarının en uzak noktası ve aynı zamanda uygarlığının zirvesi Endülüs’e vardığında, içinde birer parçası kıldığı Hristiyan ve Musevi topluluklarının aksine Avrupa Hristiyanlığı ve uygarlığı karanlık çağlarını yaşıyordu ve Rönesansla yükselmeye başlamasına henüz 100 yıl vardı.
Ama sonunda Endülüs de çöktü ve çökmeden önce de Doğu’nun bütün bilgisini Avrupa’ya aktararak Rönesansı hazırladı.
Bugün Avrupanın kendi uygarlığına köken gösterdiği Antik Yunan’a dair bilgisinden “0” rakamına kadar, Rönesansı için gereken bütün bilgisini aldığı Ortadoğu’nun, eski dinler, Musevilik, Hristiyanlık ve hepsinin üzerinde yükselen Müslümanlığın çatısında toplanan uygarlığının, Hilafetin kaldırılmasına kadar sürecek inişi böyle başladı.
İnsanı ve Doğayı anlamak yolunda Allahın gösterdiği yolu izlediklerini düşünenler, bu yolun “birlikte yaşam” ilkesi olmadan yürünemeyeceği fikrindekiler, farklılıkları zenginlik olarak görenler, hoşgörülüler, meraklılar, saygılılar çekilirken, insanı ve doğayı öğüten bir mekanizmanın ilk dişlilerinin çatıldığı yeni düzenin kurulması için bildiklerini Avrupaya geçirdiler.
Bu 1500’lerde oldu.
Aynı dönemde Doğu’dan sıkıştırılan Batı, kendi batısına açılmaktan başka bir şansı olmadığından, sonsuz okyanusa yelken açtı ve bunun sonunda Kristof Kolomb Avrupa’ya bir sömürü kapısı açtı.
“Mülk Allahındır” diyen Doğu karşısında, mülkü bireyin kesin hakimiyetine sunan batının kıyıcılığı, Amerikada bulduğu zenginliği yutarak güçlenirken zaman geçti ve “kâr” ile “güç” üzerinde yükselen, giderek etrafındaki her şeyi yutarak büyüyen bir düzen, Kapitalizm tesis edildi.
Doğu, tefekkürün sisli derinliklerinde gezerken Batı, kaynaklara sahip olmaya, onları en verimli ve hızlı şekilde kullanmaya, daha çok kârdan daha çok kâr elde etmenin yollarını arayıp buluyordu.
Bunun için en temel araçlarıdan biri de teknoloji oldu.
Sömürü sermaye birikimi yarattı, sermaye ise kendini çoğaltmak için araştırmaları destekledi, daha çok kâr etti ve yine daha çok kâr için kazandığının bir kısmını araştırmalara yatırarak onunla birlikte yükseldi.
Bu ikilinin yarattığı Endüstriyel Toplumun yüksek enerjiye olan ihtiyacı, Avrupanın bitki kökenli fosil yakıtı kömürle yetinemez hale geldiğinde gözler, Ortadoğu’ya dikildi.
Ortadoğu’nun bol bulunan ve kömürden çok daha yüksek enerjiyi çok daha pratik biçimde sağlayan hayvan kökenli fosil yakıtı petrol, Kapitalizmin ilgi odağına, sahibi Osmanlı’nın tarihten silinmesini gerektiren bir planla birlikte oturdu.
Petrolle çalışan bir savaş makinası hazırlandı, çalıştırıldı ve yine kâr uğruna bir modern savaş sarmalı yaratıldı.
Kâr ve güç hedefli bu sarmal dünyada 2 büyük savaşa sebep olurken, o güne kadar yapılmış bütün savaşların aldığı hayatların toplamından fazlasını alıp, yaklaşık 80 milyon kişiyi öldürdü.
Bunların çoğu Avrupalıydı ama bunun bir önemi yoktu, çünkü modern dünyanın derdi, insan değil kârdı.
Bu iki büyük savaştan sonra modernite, petrolün kaynağındaki toplumlar için, bir daha kendilerine gelip, birleşerek yükselemeyecekleri sistemler tesis edip, kurarak bıraktı ve Ortadoğu’nun kanı petrolü, kendine akıtmaya devam etti.
Bu modernist, insan da dahil herşeyi çarkları arasında öğütüp sadece kâra odaklanarak büyüyen sisteme en büyük darbe, kendi içinden, onun sarf malzemesi gördüğü işçi sınıfının öncü örgütüne iktidarı devredip, üretimin üretici sınıflarca denetimini öneren Sosyalizm’den geldi.
Kısa bir süre, kısıtlı bir bölgede denenen ve aslında içinden çıktığı kapitalizmden bile daha pragmatik olan bu yapının sonucu ise, öncü örgütün dönüştüğü bürokratik üst sınıfların hakimiyetinde, büyük tutuk evleri haline getirilmiş ülkeler oldu.
Şimdi, Ortadoğudaki bu sistemin tesisinden 100 yıl sonra, modernitenin üzerinde özellikle çalıştığı Ortadoğu uygarlığının son merkezi Anadoluda, kendisine dayatılmış olana sabırla katlanırken Kapitalizmin kodlarını çözmüş, Batı’nın yükselmek için önce unutmak zorunda olup yeterince zenginleştikten sonra baştan kurguladığı insani değerleri, dininin içinde özenle saklayarak beklemiş bir güç harekete geçiyor.
Bu sonsuz kâr ve tüketim döngüsünün, bir gün İnsanoğlunun yegane evi Dünya gezegenini de yiyip bitireceğini ve bir yerde durdurulması ya da en azından dizginlenmesi gerektiğini herkes söylerken “Hakimler”, Anadoludan Yükselen’in bu potansiyeli kadim kodlarında taşıdığını görüyorlar.
Onun, artık dünya çapında uygulanan bu çok kusurlu ve öldürücü düzenin, kısık sesle de olsa sonunu söylediğini, yavaş ama güçlü, emin adımlarla, sistemlerinin en sefil göstergesi Ortadoğu’dan başlayarak, sonunda bütün dünyayı değiştirecek bir alternatif olduğunu biliyorlar ve korkuyorlar.
Ülkeye yapılan saldırılar bundandır ve saldırıları henüz görmeyenler ortadadır.
Görüp de görmezden gelenler ise onlardandır.
Anadolu'dan Yükselen...
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.