Tek milletiz değil mi? Tek millet…
Bu vatan dediğimiz coğrafyada yaşayan bizler kutuplaştırıldık, karşı karşıya getirildik, bölündük.
Bu ülke ne badireler atlattı:
Zulme uğrayanlar, zulmedenler… Dönem değişti, kimi zamanlar zalimler ile mağdurların yeri değişti.
Zulmetmek hep baki kaldı …
Ama biz hiç değişmedik. Kutuplaştırılmaya, diğerini düşman görmeye meğer biz de çok bir hevesli imişiz.
Hiç ders almamışız ve almıyoruz… Hiç bu ayrıştırılmaya öfkelenmiyor, zalimlere yeter artık zulmünüz, yeter kandırmalarınız diyemiyoruz…
Hatırlar mısınız?
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında 13 gün gözaltında kaldı. Gözaltında işkenceyle öldürüldüğü iddia edildi, hainler mezarlığına gömülmek istendi. Diyanet, cenaze namazını kıldırmadı. Gökhan öğretmen,
1,5 yıl sonra suçsuz bulundu, görevine iade kararı verildi.
Ayrıca kafası yarılanlar, kulağı koparılanlar, burada ifade etmekten imtina edeceğim değişik yöntemler ile yapılan aşağılamalar…
Hani işkence yasaktı. Kimliklere göre mi yasak ya da biz mağdurlara göre mi “işkence insanlık suçudur” diyoruz…
Çok mu korkağız bilemiyorum. Korkak olduğumuz için de tek millet olamıyoruz belki…
Gençlerimiz mutsuz, gençlerimiz ülkeden gitmek istiyor diye üzülürken gördük ki gençlerimiz yaşama isteklerini de kaybetmeye başlamış…
Bir tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın intiharı ile kahrolduk. Videosu bir çığlık, sarsıcı, hüzünlü bir tokat oldu.
Tek millet Türkiye bölündü gene, bu hazin ölüm masaya yatırıldı. Tartışıldı, tartışıldı. Son ve bir tek söz olan ölüm üzerine, koca koca cümleler her mahallenin meşrebine göre arka arkasına sıralandı.
Ölüm acısı bile bölebiliyor bizi… Hani millet olmak duygudaşlık demekti…
Bir ölüm haberi daha geldi sonra; Bahadır Odabaşı… 16 yaşında…Babası öğretmen. Annesi ve babası KHK ile ihraç edilmiş. Annesi daha sonra göreve iade edilmiş. Babası FETÖ terör örgütü üyeliği iddiası ile tutuklu.
Enes Kara intiharı sonrası ölüm acısı ile bölünebilen Türkiye bu kez bölünmedi ama sustu. Şaşırarak iki gün boyunca takip ettim. Ölüme eşlik eden bir sessizlik…
Muhalifi yandaşı hep birlikte sessiz, suskun kalabildi. İki gün sonrasında kıpırdanmaları gördüm.
Cemaat yurdunda intihar eden Enes Kara için sığındıkları mahallelerinden kocaman kocaman cümleler kuranlar Bahadır Odabaşı’nın intiharında bir oluverdiler, korkuyu salanların çizgisinde gördüm onları…
Ölen 16 yaşındaki Bahadır Odabaşı hiçbirinin mahallesinden değildi zira. O zaman kolaydı baş çevirmek, öyle de oldu…
Korkutanlar ve korkuttukları aynı düşünüyorlar, aynı gözlükten bakıyorlar ama birbirlerine karşıtlar… Daha ne olsun…
Anladım ki hem korkak hem de toplumsal vicdanı yitmiş bir topluluğuz, aynı coğrafyada yaşıyoruz sadece…
Neden sessiz kalındı?
Çünkü babası KHK’lı idi. Çünkü, babası terör örgütü üyeliği iddiası ile yargılanıyordu.
Bahadır ailesinin durumunu gördü, topluca sivil ölüme terkedilmişlerdi. Yalnızlaştırıldı, ötekileştirildi.
Arkadaşları uzaklaştı, onu gördü, arkasından konuşuldu onu duydu. O da gerçek ölümü seçti.
Bahadır Odabaşı’nın nefes alırken yaşadığı bu zulmü, öldüğündeki sessizlik yeterince anlatmıyor mu?
Bahadır Odabaşı siyasi iktidarın başarılı bir şekilde yerleştirdiği algının, toplumda bulduğu karşılık sonucu intihar etti.
Suç işleyen cezası neyse çeker, kısıtlanan hakları mahkeme hükmünde yazar ama ailesi ile birlikte yaşarken ölüme terk edilmez.
Ölümde acılarla, kederle birlikte eşitlenir tüm insanlar. Irk yoktur, milliyet yoktur, cins yoktur, inanç yoktur, ideoloji yoktur, kimlik yoktur ölümde. Ama bizde böyle olmuyor işte.
Roboski’de 34 can katledildiğinde 36 saat susmuştu Türkiye. Şimdi ise gençlerin ölümü arka arkaya gelirken toplumsal vicdanın haykırması gerektiği bu zamanda dilsizleşme noktasına geldi ülke.
KHK icadı ile gün gelecek yüzleşeceğiz. O zaman utanacak mıyız?
Ölüm karşısında bile sustuk, dilsizleştik diyebilecek miyiz?
“Türk milleti adına” karar verenlerin çoğunluğu hukuk pusulasını çoktan yitirdi. Bu yetkiyi veren topluluk da duygudaşlığını yitirdiği gibi toplumsal vicdanını da tüketti anlaşılan.
Değerlerimizi tükettik ama hep birlikte korkmayı öğrendik… Korkuyu öğrendiğimiz gibi sıradanlaştırmayı da başardık.
Ne mutlu Türküm diyene….