Şu “İskoç duşu” denilen işkence biçimi, bizim ülkenin de yönetim biçimi galiba… Biliyorsunuz, bu işkencede bir kaynar su, bir buz gibi soğuk su sıkılır kurbanın üstüne…
Cumhuriyet’in 101. yaşında bizim hayatımız da böyle.
Belki de rejimlerin toplumsal güvencesi ve huzuru olan demokrasiye hala ulaşamadığımız, hatta git gide uzaklaştığımız için hep aynı şeyi yaşıyoruz:
Bir soğuk, bir sıcak…
Bu haftanın da pek farkı yoktu… Umutla umutsuzluk arasındaki git-geller, İskoç duşundaki gibi bir sıcak, bir soğuk etkisini sürdürdü.
Türkiye 2014 yılında verilen Öcalan AİHM kararındaki “umut hakkını” konuşuyordu.
Tam 10 yıl sonra, 19 Eylül 2024 tarihinde, Avrupa Konseyi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Öcalan AİHM kararında “adım atması” için süre verdi.
Cevap, Bahçeli’den geldi.
Bir devletin taahhüdünün, bir parti genel başkanı tarafından siyasi pazarlık konusu yapılacağı düşünülemezdi… AKP iktidarında bu da oldu.
AİHM kararlarının uygulanması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti taahhüdü yerine siyaset kurumunun pazarlık parantezine giriyorsa “umut hakkı” daha ilk başta umutsuzluğu çağırıyor derken; Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer terör örgütü üyesi iddiasıyla tutuklandı…
Ne oldu da Öcalan meclise davet edilirken, seçilmiş belediye başkanı terörle suçlandı?
Hani iç cephe tahkim edilecekti? Tahkimattan anladığınız bu muydu?
Tam da aynı gün olup bitenin röntgeni gibi AB 2024 Türkiye raporu geldi.
“Yargının bağımsızlığı da dâhil olmak üzere, temel haklar ve hukukun üstünlüğü alanlarında ciddi endişeler devam etmektedir.
Türk yasal çerçevesi, insan haklarına ve temel haklara saygı konusunda genel güvenceler içeriyor ancak mevzuatın ve uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarıyla uyumlu hale getirilmesi gerekiyor” değerlendirmesi yapıldı.
Raporda insan hakları konusunda yasal güvenceler var olduğu yazılmış olsa da o yasal güvenceleri etkisiz kılacak ve hepimizi birer “etki ajanı” yapabilecek yasa teklifinin komisyondan geçmiş olmasına ne demeli?
TCK’da “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlığı altında326. maddeden 339. maddeye kadar 14 maddede devletin güvenliğine, iç ve dış siyasal yararına aykırı eylemler tek tek sayılarak cezaları belirlenmiş zaten.
Ama şimdi TCK 339/A maddesi ekleyecekler. Bu maddede “ne yaparsanız suç işlemiş olacağınız” belli değil.
Neyin suç olduğu da özellikle belirtilmemiş.
Kanunlar öngörülebilir, bilinir, belirli olmak zorundadır. Suça konu eylem ve cezası hiçbir kıyasa izin vermeyecek şekilde kanunda yer almalıdır. Anayasa da TCK da bunu emreder, keza evrensel hukukta da böyledir.
Bu yasa teklifi devlet güvenliği gerekçesi ile yasalaşırsa, devlet gücü karşısında bu ülke insanlarının temel hak ve özgürlükleri daha korunaksız, müdahaleye daha açık hale gelecektir.
Devlet “güvende” ama insanlar ve hakları güvencesiz, korunaksız…
Devlet “güvende” ama insanları özgür değil, insanları eşit değil, insanları refahı yaşamıyor, geleceği ıskalamışlar, umutları solmuş, kararmış…
Tabii burada “devlet” dedikleri kendi iktidarları.
Ancak umutsuzluk ve umut bir tahterevalli gibi…
Baskı umutsuzluk doğururken, toplumsal tepkiler de büyüyor… En sahici umudu da bu yaratıyor.
Türkiye’nin en büyük ve sakin gücü olan emeklilerin sürekli boğazı sıkılıyor, nefessiz bırakılıyorlar.
16 milyon emekli var, topluca davranmaları halinde siyasal iktidarı belirleyecek bir güç… Onlar da bu kez İzmir’den yola koyuldular… Adını “insan zinciri” koydukları yürüyüşte talepleri insanca bir yaşam.
Umudun umutsuzluğu nihai olarak yendiği, yönetilenlerin özgürlüğü ve refahının sürekli arttığı bir demokratik cumhuriyete ulaşmak asıl umudumuz…
Son gelişmeler içimizi karartsa da bir gün bu ülke bunu gerçekleştirecek… Bu çektiğimiz işkence de bitecek.