2014 yılı idi, bir gazete haberi gözüme takıldı.
Şaşırdım ve peşine düştüm.
Haberde, “ilke kararı” alındığı ve tarihi sit alanları ile doğal sit alanlarının, “kamu binası” olması şartı ile bu alanların inşaata açılabileceği yazılı idi.
Tarihi ve doğal sit alanlarına inşaat yapılmasını yasaklayan ilgili kanunda bir değişiklik yoktu.
Ama sadece bakanlığın kendi içinde düzenlediği ve adına da “ilke kararı” dedikleri bir karar ile insanlığın ve yerleşik düzenin manevi birikimleri olan tarihi sit alanları sessiz sedasız inşaata açılıyordu.
Önce ,
Yaşadığım ve vurgunu olduğum kent Antalya;
Sonra,
Kaleiçi, Phaselis ve onlarcası teker teker aklımdan geçti.
“İlke kararının” sahibi olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Danıştay’da iptal davası açtım.
Davayı açar açmaz da çok şaşırtan bir gelişmeyle karşılaştım;
Başbakanlık davaya müdahil oldu.
Başbakanlık müdahale dilekçesinde, şimdi Külliye diye bilinen, o zamanlar “Başbakanlık konutu” diye takdim edilen Atatürk Orman Çiftliği’ndeki inşaat için bu ilke kararının önemi vurgulanıyordu.
Dava devam ederken, Başbakanlık konutu, “Külliye” ye dönüştü.
Meğer tarihi ve doğal sit alanı olan Atatürk Orman Çiftliği’ne, Külliye inşaatı yapabilmek için, yasaya hülleyle bu “ilke kararı” imal edilmiş.
Kanuni olmayan bürokratik bir belge uydurulmuş.
Hukuka uygun değil.
Kanuna uygun değil.
Yürürlükte olan yasalara göre tarihi ve doğal sit alanında yapılaşma yasak. Halen de yasak.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, açtığım bu davada 09.04.2015 yılında yürütmenin durdurulması kararı verdi.
Ülkenin anayasal düzenini korumak için seçilmiş insanların kendi devletlerinin anayasasına, kanununa, mahkeme kararına uymamasına pek rastlanmaz.
Hatta hiç rastlanmaz.
Bizde ise uymak garipsenir hale geldi neredeyse.
Anayasa teferruat, yasalar teferruat olur da Danıştay kararı olmaz mı?
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararına rağmen inşaat devam etti.
İlk turda da davam ret edildi.
Karara, elbette itiraz ettim ve itirazımı kabul eden Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ret kararını bozdu ve açtığım davanın haklılığını karar altına aldı.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, “oy birliği” ile aldığı kararda, Külliye inşaatını olanaklı kılmak için üretilen ilke kararındaki değişikliğin, 2863 Sayılı Kanun’da öngörülen koruma esaslarına uygun olmadığına karar verdi.
Bu bozma kararı üzerine, davayı ilk başta ret eden Danıştay Dairesi açtığım davayı bu kez kabul etti. 9 Mart’ta karar bana tebliğ edildi.
Böylece Külliye’nin, yasal bir bina olmadığını kayda geçirilmiş oldu. Hukuk devletinde tahliyesi gerekir.
Davayı kazanmış oldum.
Önce şunu söyleyeyim, hukuk ve yargı adına toplumun yüzünü güldürmesi gereken bir karardır.
Danıştay en üst derecede idari yargı organı olarak Türk Milleti adına aldığı kararda dedi ki; hepimizin ortak mirasına, Cumhurbaşkanlığı Külliye binası ile yapılan bu müdahale yasal değildir, hukuki dayanağı yoktur.
Bu iptal kararı, sadece Külliye inşaatındaki çok rahatsız eden hukuk hoyratlığını sergilemekle de kalmadı.
Ayrıca, doğal ve tarihi sit alanlarında çok eskilerden beri tarım yapan insanlarımızın tarım arazileri de kurtuldu…
Antalya’mızdakiler gibi bu ülkenin binlerce çiftçisine de bir müjdedir.
Bundan böyle sit alanlarında tarımsal faaliyet yapan çileli tarım insanlarının topraklarına keyfi el koyulabilmesine de engel oldu.
Ama içimize batan kocaman bir kıymık var.
Kanun maddesini dolanarak bir devlet başkanı konutu yapılır mı?
Hem de ;
“İşte istediğimiz yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında hem batak, hem çorak, hem de fena bir yer. Bunu ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecek?” diyerek kendi bulduğu ve kendi parası ile tek tek satın aldığı parseller üzerine, bu çiftliği kuran Mustafa Kemal Atatürk’ün, Atatürk Orman Çiftliği’ne.
Atatürk bu çiftliği halkına bağışladı ama “korunması şartı” ile bağışladı.
Ama biz koruyamadık, içimize batan bu kıymık hep çok acıtacak.