Türkiye’nin pusulası kırıldı, yolu kayboldu. Bu savrulma, ulusal güvenlikte tehlike, içeride tükenme, siyaset kurumunda çürüme yaratıyor.
Temmuz ayı idi. Üyesi olduğumuz NATO’nun 75. Yıl Zirvesi’nde, Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgale başlayan Rusya ve en önemli tedarikçisi olarak görülen Çin’e karşı son dönemin en somut ve sert kararları alındı.
30 Ağustos’da Erdoğan, “Avrupa Birliği (AB) ile Şangay İşbirliği Teşkilatı (ŞİÖ) arasında bir tercih yapmak mecburiyetinde değiliz” dedi.
Yetmedi arkasından Türkiye’nin BRIC üyeliği için talepte bulunduğu duyuruldu. Hem de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Türkiye’nin 5 yıl sonra davet edildiği Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanlarının Gymnich adı verilen gayri resmi toplantısına katılmasından günler sonra…
BRIC üyeleri arasında Rusya ve Çin var.
Siyasi ve jeopolitik nedenlerin yanı sıra ŞİÖ’nün temel ilkeleri, Türkiye’nin NATO’dan ayrılmadan birliğe katılımının mümkün olmadığını gösteriyor. BRICS için de durum pek farklı değil.
Bu arada, Doğu Akdeniz’e İsrail’i korumak üzere gelmiş ABD deniz görev gücüyle ortak tatbikat yaptığımızı… 1 Eylül’de de ABD’ye ait USS Wasp adlı amfibi hücum gemisinin İzmir Limanı’na demir attığını atlamamak gerek.
Bu zikzaklara şaşkınlık mı yoksa Şark kurnazlığı mı diyeceğiz, bilemedim. Ama bildiğim, bu çalkantılı halimizin ulusal güvenliğimiz için pek hayırlı olmadığıdır.
Namık Tan’ın da “X” paylaşımında geçmişten bugüne süzerek sıraladığı olaylara ve uyarısına rastladım:
“ Nasıl ki S-400 almanın sonucu F-35 programından atılmak, ‘Mavi Vatan’ diye bir sloganla yola çıkmanın sonucu da ABD’nin NATO içinde Türkiye-Yunanistan dengesinden vazgeçmesi ve Yunanistan-İsrail-Mısır-GKRY’nin hatta belki Fransa’nın da tek bir diplomatik cephede karşımıza dizilmesi olmuştu, BRICS’e üyelik başvurusu yapmanın dış politika ve ulusal güvenlik politikalarımız bakımından nasıl bir parça tesirli saatli bomba etkisi yapacağını varın siz düşünün…”
Dış politika ve ulusal güvenlik böyle… Ya iç politika ve güvenlik farklı mı?
AKP’ye yakın medya yazarları, yakın zamandaki bazı olayları sıralayarak “toplumun sinir uçları ile oynanıyor olduğunu” ve “iç kalemizde bir gedik açılırsa” endişesini dile getiren yazılar kaleme aldılar.
Sıralanan olaylardan bir tanesi de 30 Ağustos’da genç teğmenlerin subay yemini içmeleri ve kılıç gösterisi yapmalarıydı. Ancak bu konuda AKP içinde birbirinden farklı görüşler ortaya çıktı. İş oarada kalmadı, X mesajlarıyla kafa kol birbirlerine girdiler.
Nihayetinde de MSB genç teğmenler için inceleme başlattığını duyurdu.
Aslında AKP kendi içinde kaynıyor. Genç teğmenler vesile oldu.
MHP sıcağı sıcağına genç teğmenlere sahip çıktı. 4 gün sonra ise Bahçeli bambaşka bir açıklama yaptı.
22 yılı deviren iktidarın hem kendi içinde hem de ittifak ortağı ile sorunlar yaşadığı, 300 teğmenin subay yemini sonrasında daha ciddi görünür oldu.
Hâlbuki ne de ahenkli idiler, değil mi?
15 Temmuz bastırılmış, 15 Temmuz rejimi inşa edilmişti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kurulmuştu.
“Yerli milli” başlıklı Siyasal İslam soslu milliyetçilikle, ideolojik, sosyolojik, kültürel değişim tam da istedikleri gibi idi…
Ama şimdi “iç kalemizde gedik açılıyor” endişesine gelinmiş. Demek ki aynı dış politikada olduğu gibi ilke, kural ve hukuk yerine kurnazlık ve baskı ile savrulurken “sağlam” sandıkları temel de deliniyormuş.
AB rotasında kriterleri uygularken şahlanan AKP, sonradan kırdığı dümenin, “kuvvetler birliğine” dayalı garip başkanlık sisteminin içeride ve dışarıda yarattığı tükenişi hem kendisi yaşıyor hem de 85 milyona yaşatıyor.
Ülke kendini bu durumdan nasıl kurtaracak? Demokratik bir devlet ve toplum nasıl inşa edilecek?
Siyaset kurumu eli ile şüphesiz.
Tabii siyaset kurumu kendini imha sürecinden nasıl çıkacak derken gözler şu sıralar yapılan CHP Tüzük Kurultayı’na çevriliyor.
Oradan da insanın içini ferahlatacak haberler henüz gelmedi.
Ancak Ankara İl Danışma Kurulu’nda, “şahsen ben böyle bir gücü istemem, böyle bir güç hiç kimsenin hakkı da haddi de değildir” diyen Mansur Yavaş’ın yaptığı konuşmayı önemli buldum.
Kuvvetler ayrılığına vurgu yaparak, tüzük kurultayında özellikle parlamenter sisteme geçiş konusunda çok kuvvetli söylemlere ihtiyaç olduğunu, bunun olmazsa olmaz olduğunu, vatandaşta yerine gelenin de aynı yetkileri kullanacağına dair endişe bulunduğunu söyledi.
Mansur Yavaş’ın da hatırlattığı gibi “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar”…
Sadece kendileri bozulmadılar… Bütün ülkeyi de bozdular.