Betona tapanların iktidarında, harcında kum olan binaları da siyasetleri de çöktü.
Daha deprem olmamıştı, 2000 köy yolumuz kardan kapalı idi.
“2023’de aya gideceğiz” diyenlerin iktidarı, köylere giden yolu açamazken deprem oldu. Hatay’a, Maraş’a, Adıyaman’a bile gidemediğimizi gördük.
Tünel çöktü, AFAD binası, hastane, belediye binası, otoyol çöktü.
Tapılan “rant betonunun” iflasını gördük.
Hatay’a “fay hattı” denmesine rağmen tek adam rejiminin inadı ile yapılan havalimanı pisti ortadan yarıldı, uçaklar inemedi, bunu da gördük...
GSM şirketlerinin çöktüğünü gördük.
Elleri ile enkaz kaldırmaya çalışan insanlar gördük.
Bırakın sıcak bir çorbayı, susuz kalan, ekmek bulamayan, çaresiz, kayıplara katıla katıla ağlayan insanlarımızı gördük.
Enkaz altında kalan ama yalnız bırakılan insanlarımızı gördük.
Çadırsız, battaniyesiz ayaz altında donmaya terk edildiklerini gördük.
Şefkat yerine kibri ve nobranlığı gördük.
Beceriksizliği ve acizliği gördük.
Sağ olarak kurtarılanlar tesellimiz ama bu teselliyi büyütemeyeceğimiz her geçen saat anlaşılır oldu.
Ülke insanları hep birlikte günlerdir acıyı, çaresizliği yaşıyoruz.
Felaket altındaki insanlarımızın tümüne vatandaş olarak bakmak yerine, “yandaşlık” üzerinden, “kimlik, inanç” üzerinden ayrımcılık yapıldığı iddiaları var...
Sonuçta, binlerce insanımızla birlikte ölümcül sistem de enkaz altında kaldı.
“Sistem de ne” mi diyeceksiniz?
Ne olacak, depremin suratımıza çarptığı gerçek... Liyakatsizlik, çıkarcılık, rüşvet...
Daha evvel de bu gerçeği suratımıza çarpan felaketler yaşadık ama “şimdi zaman o zaman değil, zaman dayanışma, birlik zamanı” denerek uyutulduk.
Ama bu sefer öyle olmayacak... “Bizi kurtarın” diye bağıran insanların çığlıkları, ölen bebekler, aç kalanlar, donanlar, çocuğunu kurtarmak için çaresizce bir yardım peşinde koşanlar unutulmayacak.
Bu acıyı bu ülkeye yaşatanlar, bunun hukuki ve siyasi bedelini ödeyecekler.
Yılışık arsız medyaları, yüzsüzlükleri, utanmazlıkları, tehditleri yaşananların üstünü örtmeye yetmeyecek.
Hepimiz biliyoruz, deprem öldürmüyor, bina öldürüyor...Öldüren binaların sorumlusu kim peki?
Siyasetçiler, siyaseti finanse eden müteahhitler ve onlarla işbirliği yapan bürokratlar değil mi?
Dayanışma derken bu ölümcül sistemin ürettiği acıları bir daha yaşamamak için de dayanışamaz mıyız?
Sistem bizim için, devlet biz bu ülkenin sahibi insanlar içinse gelin dayanışalım ve sorular soralım:
Ülkenin bilim insanları Elazığ depremi sonrasında bölgede şiddetli bir deprem geleceğini söyleyip uyardılar mı? Evet.
Bu ülke insanlarından toplanılan vergilerle depremi karşılayacak alt yapı, üst yapı, her türlü araç, makine ve ekipman yatırımı yapıldı mı? Hayır.
Niye yapılmadı? Siyasal sorumlusu kim?
Ölüm tuzağı olan binalara oturma iznini kim verdi?
Deprem bölgesi illerde liyakatli uzman ve yeterli sayıda görevlilerden oluşan birimler niye tahsis edilmedi?
Çok basit birkaç soru ile depreme hazırlıklı bir yapılanmanın tercih edilmediği ortaya çıkıyor. Bunlar deprem öncesine ait...
Deprem sonrası ne gördük?
Tıkır tıkır işleyen kurtarma ve yardım örgütlenmesini, iç ferahlatacak umudu çoğaltacak bir afet planını gördük mü? Görmedik? Niye görmedik peki?
Şimdi enkaz altında tozlar içinde yatan cenazeler görüyoruz. Cenazelerini teslim alamayan insanlar görüyoruz.
Bu kez artık bu kez insanın önemini anlayan insanların yöneteceği bir ülkeyi yeniden inşa etmek üzere hesap sormayı, ölüm dağıtan sistemi sorgulayıp değiştirmek için birlik olmayı başaralım.
Gelin enkaz altında kalan bu siyasal rejimi, yönetim anlayışını değiştirmek için de dayanışalım...
İnsanlarımızı çıkarcılık ve liyakatsizlik yüzünden öldürmeyecek bir düzen kuralım.
Yalandan bıktık, hamasetten bıktık, yılışık medyadan bıktık…
Şimdi OHAL ile bunları haykıran halkı susturmaya hazırlanıyorlar…
Boşuna gayret, çünkü:
Devletin harcına çimento yerine kum koyan siyaset, halkına ihanet etti, enkaz altında kendi de çöktü.