Malum 15 Temmuz Yargısı döneminde, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına uyulmaması nerede ise yerleşik uygulama haline geldi. Adalet Bakanından tutun Cumhurbaşkanlığı baş hukuk danışmanına kadar kalabalık bir kadro, hakimleri Anayasa’ya direnme konusunda cesaretlendirdi.
İlk olarak Mehmet Altan ve Şahin Alpay Anayasa Mahkemesi Genel Kurul kararlarına mahkemelerin direnmesi ile başladı bu kanunsuz süreç. Devamı Selahattin Demirtaş, Enis Berberoğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu ile geldi.
İlginçtir; Anayasa Mahkemesi de Alparslan Altan kararında AİHM ile zıtlaştı.
Anayasa’ya direnmeleri için cesaretlendirilen, direndiklerinde ödüllendirilen, şikâyet edildiklerinde HSK tarafından korunan hakimler gördük.
Bu yaşananlar bir hukuk depremi, ağır bir hukuk kırımıydı.
28 Şubat’ta Bilkent Otel’de altı partinin mutabakat metni okunurken ilk coşkulu alkışı Anayasa’ya direnen hakimlerin tazminat sorumluluğuna dair vaadin alması, herkesin bu büyük sorunun farkında olduğunu gösteriyordu.
O an içime ferahlık geldi. Çünkü ben anayasayı yok sayan hakimleri HSK’ya şikâyet ettim, yasal düzenlemede yapılan tüm karmaşık zorlukların üstünden gelerek devam etmekte olan tazminat davaları açtım… O “karmaşanın” nasıl bir şey olduğunu biliyorum.
Neden karmaşa diyorum? Teknik ayrıntıya girmeden anlatayım.
9 Şubat 2011’e kadar hâkimler, yargısal görevlerini yerine getirmeleri sırasında taraflardan birine verdikleri zararlardan “bizzat” sorumlu tutuluyordu. Bu tarihte, özellikle ilgili yasa maddesinde yapılan değişiklik ile tazminat davasının sadece “devlet aleyhine” açılması kabul edildi.
1 Ekim 2011 yılında ise yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girdi ve bu kez de hâkimin tazminat sorumluluğu için önemli ve etkili sebeplerden bir tanesi kaldırıldı, muğlak bir anlatım getirildi:
“Memuriyet vazifesini yapmakta ihmal ve terahi gösterilmesi veya kanuna göre verilen emirlerin makbul bir sebep olmaksızın yapılmaması”.
2011 yılında böyle bir değişikliğe neden ihtiyaç duyuldu dersiniz?
Hemen çok önemli bir kararı hatırlatarak cevap vereyim.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2010 yılında ilk derece mahkemesi sıfatı ile bir karar verdi. Davacının “tutukluluğunun devamına” karar veren hakimlerin “tazminat ödemelerine” hükmedildi.
Kararın davacısı, Mehmet Haberal’dı.
Bu karar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından onandı.
Üst kurul, bu önemli içtihadında “hâkimlerin sorumluluklarının belirlenmesinde görev gerekleri” ve Bangolar Yargı Etiği ilkeleri üzerinden “hâkim tanımı” değerlendirmesi yaparak neticede;
“Şu hâlde; hâkimler Anayasa ve yasalarla kendilerine verilen görev ve yetkileri, yazılı olan veya olmayan ancak evrensel anlamda onları da bağladığında kuşku bulunmayan etik kurallara tabi olarak yerine getirmeli; kanunları -daha geniş anlamıyla mevzuatı- usulünce uygulamalı; Anayasamızın 90.maddesi gereğince iç hukuk normu haline gelen ve kanun hükmünde bulunan Milletlerarası andlaşmaları ve uluslararası yargı kararlarını da göz ardı etmemelidir” kabulü ile “aksine davranışın hem görevi ihmal ya da kötüye kullanma suçunu hem de tazminat sorumluluğunu doğuracağını” karar altına aldı.
İşte bu ve benzeri kararlardan siyasi irade rahatsız olmuş olacak ki 2011 yılının hemen başında “hakimlerin tazminat yükümlülüğünü” kaldırdı.
Anayasa’ya direnecek, yasaları keyfi şekilde uygulayacak, evrensel hukuk kurallarını yok sayacak yargı mensuplarının istediklerinde ya da talimat geldiğinde hukuku taammüden bıçaklamaları ve insanların hayatlarına el koymaları böylelikle kolaylaşmış oldu.
Bu yetmedi, 17/25 Aralık 2013’ün hemen sonrasında; 2014 yılında Sulh Ceza Mahkemeleri kaldırıldı, kapalı devre çalışan namlı “Sulh Ceza Hakimleri” geldi.
Tek başına karar veren hakimler…
Sulh Ceza Hakimleri 2014 yılından itibaren sorumsuzca keyfi kararlar verebildiler. Verdikleri kararlara itiraza ise yan odada oturan diğer Sulh Ceza Hâkimi baktı.
Mutabakat metninde hakimlere tazminat yükümlülüğünün yeniden getirilmesi çok önemliydi.
Ancak… “Sulh Ceza Hakimliklerinin görev, yetki ve isleyişleri hukuk devletinin gereklerine göre yeniden düzenleneceği” vaadi netleşmeli bence. Daha doğrusu Sulh Ceza Hakimliği kaldırılmalı ve Sulh Ceza Mahkemeleri tekrar kurulmalı.
Sadece Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları için değil; hâkimi ile savcısı ile tüm yargı mensupları için ve ceza-hukuk ayrımı gibi “karmaşaya” son verilerek, “görev tanım ve gerekliliğine” uymayan her türlü kararlar için eskisi gibi tazminat sorumluluğu geri gelmeli.
Kervan yolda düzülür umudu ile her birinin olacağından eminim… “Benzemez”lerin çoğulcu masasında, hamuru karan “biz” mayası tuttu çünkü.