Bu ülkede, her birimizin hukuk güvenliğine sahip olduğu bir sabahımız olacak mı acaba?
“Hukuk varsa güven de vardır” dediğimiz bir sabah...
Böyle bir sabah hiç olmadı.
Zulüm görenlerin, zulmün ortadan kalkmasını istemek yerine gücün sahibi olmayı tercih ettiklerini gördük hep.
Mazlumların kolaylıkla zalime dönebildiği böyle bir ortamda da çarpılmış hukuk sistemi, susamış rövanş duygusunun kana kana içtiği su oluveriyor...
Bu zehirli su da hayatı sürekli zehirliyor.
Katliamlar yaşanıyor, darbelere kalkışılıyor, cinayetler işleniyor, birileri yargılanıyor...
Ama gerçekler bir türlü ortaya çıkmıyor, güven hep sisler arasında kayboluyor.
Bu hafta, siyasal çıkar uğruna “Çözüm Sürecini” bitiren birbiriyle irtibatlı iki vahim davanın Yargıtay kararlarını inceledim.
Ceylanpınar ve Kobani davaları...
Ceylanpınar’da, 22 Temmuz 2015 tarihinde iki polis memuru uyurken başlarından vurularak öldürülmüştü.
Dava sürecinde cinayetten sanık polisler de dâhil tüm sanıklar beraat etmişti.
Önce Ceylanpınar davasında, Yargıtay C. Başsavcılığı’nın bozma istekli tebliğnamesini okudum.
Bozma isteğinde iki sebep beni çok şaşırttı.
Birincisi, polis memurlarının ölü bulunduğu salondaki 9 mm.lik merminin, balistik ve kriminal incelemesinin yapılmamış olmasıydı.
Beraat kararı verilirken olay yerinde bulunan mermi nasıl inceleme konusu yapılmaz? Anlaşılır gibi değil... Bu, cinayetin üstünü örtme anlamına gelmez mi?
Hani nerede hukuk güvenliği?
Evinde uyurken öldürülmekte mi, yoksa yargılamada en esaslı delili yok saymakta mı?
Çok esaslı ikinci bir bozma sebebi daha var...
Öldürülen polislerin arkadaşları olan sanık polisler M.D. ve E.G.’nin ifadeleri
çelişiyor.
Yargıtay C. Başsavcılığı ifadelerin çeliştiğine dikkat çekerek, her ikisinin de ayrıntılı beyanının alınmasını ve polis memuru E.G.’ye ait baz kayıtlarının haritasının istenmesini talep ediyor.
İsmi geçen iki polis memuru, çözüm sürecini bitiren Ceylanpınar davasında sanık ama çelişkili ifadeleri giderilmeden beraat ediyorlar... HTS kayıtları dahi istenmiyor.
Acaba amaç neydi?
Aslında bu cinayetin hemen ardından çözüm sürecinin o gün bittiği duyurulacaktı.
Muhtemelen amaç buydu...
Oysa çözüm süreci 6-8 Ekim 2014 Kobani olayları sonrasında bile devam etmişti, bitirilmemişti...
28 Şubat 2015’te HDP heyeti ile hükümet yetkililerinin, Dolmabahçe Başbakanlık ofisinde yaptıkları görüşme hatırınızdadır.
Erdoğan’ın muhatapları henüz “terörist” ilan edilmemiş, “Kobani” davası diye bir dava henüz yaratılmamıştı.
Epeyce beklendi.
Kobane davası, 25 Eylül 2019 tarihinde Demirtaş’ın tutuklanması ile güncellendi.
30 Aralık 2019 tarihinde iddianamesi düzenlendi.
Neden bu tarihte birden bu dava hızlandı?
Çünkü AİHM, Demirtaş’ın “siyasi saikle hapsedildiği” ve derhal “tahliye edilmesi” gerektiği yolunda bağlayıcı bir karar verdi...
Sonrasında bu karar AİHM Büyük Daire incelemesi ile de kesinleşti.
Selahattin Demirtaş’ın “meclis içerisinde ve dışarısında yaptığı konuşmalarının ifade özgürlüğü kapsamında kabulü” de bağlayıcı ve kesin AİHM kararına dâhildi elbette.
Kobani davasına, Erdoğan’ın, “AİHM kararları bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” açıklaması ile “işi bitirme davası” da “ karşı hamle davası” da diyebiliriz.
Kobani davasında, bir siyasetçi ve parti genel başkanı Selahattin Demirtaş, Kobani olaylarının azmettiricisi sıfatıyla suçlanıyor.
İddiaya göre nasıl azmettirmiş?
“Halka sokağa çıkıp terör eylemleri gerçekleştirmeleri yönünde çok sayıda çağrı yaparak”.
AİHM’in kararında yer verdiği, milletvekili olduğu dönemde ifade özgürlüğü kapsamındaki açıklamaları, Kobani davasında suç sayılıyor.
Demirtaş’ın açıklamaları kaybolmuş değil, ortada duruyor... Şiddet çağrısı yok, sadece protesto edilmesi istekli açıklamaları var.
Ve şimdi Yargıtay, 24.05.2021 tarihli kararında,
“... söz konusu eylemlerin ancak örgüt çağrısı üzerine gerçekleştirilebileceği, bir siyasi parti liderinin çağrısının ise suç teşkil etmeyecek gösterilere ilişkin olabileceği...” yönündeki Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararını onadı.
Okuduğum ikinci Yargıtay kararı da buydu...
“Karşı hamle yapar, işi bitiririz” demekle olmuyor işte.
Bazen hem ilk derece mahkemesi hem de Yargıtay işi evrensel hukuktan yana bitiriyor...
Umutlu bir gelişme.
Umut veren kararlar ama gene de tuhaflıklar öyle bir iki kararla bitmiyor.
Çünkü AİHM kararı var, Yargıtay kararı var ama Selahattin Demirtaş hala tutuklu.
Hukukçuların sadece karar vermesi değil “kararlı” da olması gerekiyor hukuk güvenliği için...
Siyasetçiler hukuku çarpıttığında onu düzeltmek o kadar kolay olmuyor çünkü, çok sağlam bir hukuki iradeye ihtiyaç duyuluyor.