İfade özgürlüğü, anayasal demokrasilerin omurgasıdır, temel taşlarından biridir. Özgür ve demokratik toplumun ilerleyişi ifade özgürlüğünün varlığı ve korunması ile sağlanır.
Halkın haber alma ve ifade özgürlüğünün aracı ise basındır.
Basın özgürlüğü de demokratik bir ülkenin, hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.
Güçlü bir denetim organıdır.
Ama gelin görün ki bu hafta hem ifade ve hem basın hürriyeti bakımından sorunlu olabilecek arka arkaya başlatılan soruşturmalar gördük.
Filistin, Venezuela, Yemen gibi ülkelerin gerisinde kalan ülkemizde basın özgürlüğünün can çekişmekte olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız… 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye 180 ülke arasında 158.sırada.
Nevşin Mengü ile başlamıştı, bu hafta Özlem Gürses ile devam etti.
Ardından T24 internet sitesi, gazeteci Seyhan Avşar ve İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve üyeleri hakkında soruşturmalar başlatıldığını duyduk.
Özlem Gürses canlı yayında kullandığı ifade nedeniyle sosyal medya mahkemesinde önce linçe uğradı. Bu ağır “sosyal medya mahkemesinin” kararı etkisini gösterecekti elbet ve “yılın gazetecisi ödülü” nü almak üzere gittiği Ankara’da gözaltına alındı. Sonrasını biliyorsunuz; ev hapsi ve yurt dışı çıkış yasağı…
Suçun unsurları oluştu oluşmadı ayrı bir tartışma konusu ama ben daha önemli bir hukuksal gerçeği hatırlatmak isterim.
Özlem Gürses düzelttiği ifadeyi “canlı yayında” telaffuz etmişti.
Canlı yayında kullanılan ifadeden suç çıkarmak ifade hürriyetinin ihlalidir… Bunu ben söylemiyorum, yerleşik AİHM ve AYM kararları söylüyor.
Canlı yayında kullanılan ifadeler ile bir gazete yazısında ya da kitapta kullanılan ifadeler aynı şekilde değerlendirilmiyor.
Zira canlı yayın sırasında yapılan sözlü beyanların kamuya duyurulmadan önce yeniden formüle edilmesi veya değiştirilmesi, süzgeçten geçirilmesi ya da geri alınması imkânı yok ve AYM de AİHM de kararlarında bu gerçeğin dikkate alınması gerektiğini bildiriyor.
Canlı yayında kullanılan sözlerin amacın ötesinde genişletilmesi için “ilgili ve yeterli” gerekçelerin gösterilmesi gerekiyor.
Bu gerekçeler gösterilmeden sorumluluk çıkarma halinde ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kabul ediliyor.
T24 internet sitesi, gazeteci Seyhan Avşar ve İstanbul Barosu Yönetim Kurulu başkan ve üyeleri için başlatılan soruşturmalara gelince; burada İstanbul Başsavcılığının soruşturmalara ilişkin yazılı bir açıklaması oldu.
Başsavcılık açıklaması şöyle:
“...PKK terör örgütü mensubiyetleri nedeniyle haklarında kayıt bulunan örgüt mensupları Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’i övücü nitelikteki sözler ile ayrıca sözde gazetecilik faaliyetleri ve gazeteci kimlikleri nedeniyle öldürüldükleri şeklinde yanıltıcı bilginin yayılması şeklindeki tespitler nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığımızca ‘Terör Örgütü Propagandası Yapmak’ ve ‘Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yaymak’ suçlarından resen soruşturma başlatılmıştır.”
Başsavcılık haberde konu edilen kişiler hakkında “mahkeme hükmü” değil “kayıt” olduğunu bildirmektedir… Bu “kayıt” halk arasında “GBT” olarak bilinen genel bilgi toplama kaydıdır.
Bu kaydı kolluk dışında, savcı dışında, vatandaşın ya da gazetecinin bilmesi mümkün değildir…
Ayrıca insanların suçlu kabul edilmesi için “haklarında kayıt bulunması” yeterli değildir. Hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmayan hiçimse suçlu kabul edilemez.
Gazetecilik, böyle olaylarda gerçeğin ne olduğunu sorgulamaktır… Bir savcı gibi hareket etmesi beklenmeyen gazetecinin araştırma yükümlülüğü, yayının yapıldığı andaki olayın beliriş biçimine uygunluk araştırmasıdır.
Savcı ya da polis gibi davranmak değildir.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu bu nedenle de pek çok kararında basının, kendisinden bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan “savcı” gibi hareket etmesinin beklenemeyeceğine karar vermiştir.
Hem gerçeğe aykırı bir iddianın ya da haberin düzeltilmesi için Basın Yasası’nda düzenlenen tekzip müessesi var, değil mi?
Niye “tekzip” yerine soruşturma?
Çünkü amaç, sessiz, suspus bir toplum yaratmak.
Çünkü amaç, istenileni istenildiği kadar haber yapan basın.
Milyonlarca insanın yatağa aç girdiği bir toplumda, basının “kayıtlara” göre gazetecilik yapması, “kayıt basını” olması ne işe yarayacak acaba?
İnsanlar aç olduklarını fark etmeyecekler mi?