Büyük bir tepki ile karşılanacağını kendisi de biliyordu ama yaptı.
Cumhurbaşkanı gece yarısı kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi.
Evet kadınlar ayağa kalktı, davalar açıldı, ben de açtım .
Hatta Pazartesi sabahı ilk davayı ben açtım.
Peki kendisine oy ve itibar kaybettireceğini bildiği halde, Cumhurbaşkanı neden bu kararı aldı?
Kadın katliamının durmayacağı belliydi, nitekim de öyle oldu.
Hatta İzmir’den gelen kahredici haberde, hem bir kadının hem de taşıdığı bebeğin öldürüldüğünü duyduk.
Katil Anıl Yolum, Sezen Ünlü’nün imam nikâhlı eşi ve canını aldığı bebeğin babası idi.
Kim bu katil Anıl Yolum?
Şehirleşemeyen erkeklerden birisi.
Ünlü Fransız sosyolog Alain Touraine, 21. yüzyılda kadınların öne çıkarak özgürleşeceklerini öngörmüştü.
Evet bu yüzyılda kadınlar öne çıkıyor ama maalesef özgürleşmelerinin bedelini can vererek ödüyorlar.
AK Parti iktidara geldiğinde müteahhitlik işlerine ‘duygusal’ merakından, ‘şehirleşme’ işini hızla ve başarı ile yürüttü. Varoşlar dahil kozmetik bir kent görüntüsü oluştu.
Kadınlar bu hıza ayak uyduruyor, iş buluyor, parasını kazanıyor, sosyalleşiyor, özgürleşiyor, birey olma sürecini yaşıyordu.
Ama AVM ‘ler, rezidanslar, siteler derken bazı erkekler ise bu değişime ayak uydurmakta zorlandı. Bu ayak uyduramama onları daha kıskanç, daha hırçın ve şiddet düşkünü yaptı.
Diğer yandan bu ‘görüntü şehirleşme’ hızı ve şehirleşenlerin özgürlük şarkıları; sürecin ateşini alevleyen AK Parti’yi de korkutmaya başladı.
Cumhurbaşkanı aniden İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek, şehirleşen kadınlar ile inatlaşmayı tercih etti.
Tıpkı Kanal İstanbul için ‘inadına yapacağız’ tavrındaki gibi.
Tıpkı sokakta açık havada gezene maske takmadığı için ceza yazıldığı, restoranları kafelerin kapatıldığı bir ülkede binlerce kişi ile kongre yapması gibi bir inatlaşma.
Bu olan biteni izlerken aklıma hep Victor Hugo’nun bir sözü geliyor :
‘Sevilmeyen bayağılaşır’...
Cumhurbaşkanı galiba hala sevildiğini sanıyor.
Bir padişah gibi tebaasının ona kul olmaya devam edeceğini, ne yapsa etse de hatta toplumla inatlaşsa da sevginin devam edeceğini düşünüyor, buna inanmak istiyor.
Hala partisi AK Parti’nin çoğunluğun partisi olduğunu hayal ediyor.
Ama artık öyle değil, AK Parti şimdi bir ‘azınlık partisi’ ve rejimin de buna uygun bir adı var: ‘azınlığın baskı rejimi’...
AK Parti son zamanların tüm anketlerine göre yüzde 32 bandına yerleşmiş durumda ve partili Cumhurbaşkanı bir padişah değil, bir siyasetçi.
AK Parti’yi artık sadece bu şehirleşmeye ayak uyduramayanlar ile ihtiyarlar destekliyor.
Ve AK Parti de artık bir azınlık partisi.
İşte AK Parti, MHP ile birlikte, bu yüzden büyük şehirleri kaybetti.
Büyük şehirleri kaybeden ve azınlık baskı rejiminin partisine dönüşen AK Parti gidiyor.
Düşünmek zihin işidir.
Beraberce düşünelim…
Putin bir diktatör mü?
Cevap evet.
Peki Putin yerel seçimlerde Moskova, St Petersburg, Novosibirsk gibi 10 büyük şehri kaybetse ne düşünürdünüz?
Cevap, Putin gidiyor olmaz mıydı ?
AK Parti azınlık partisi, baskı rejiminde yarattığı korku dağları ile bir süre daha yönetmeye ve halk ile inatlaşmaya devam edebilir. Ama artık karşında bu ülkenin en az yüzde 60’ı var.
2023 seçimlerinde, 5 milyon genç ilk kez oy kullanacak.
30 yaş altı seçmen sayısı ise 20 milyon.
Bu gençlerin hayalleri, beklentileri veya öfkeleri de bu azınlık baskı rejimi ile uyuşmuyor, siyasal inatlaşma ile şekillenmiyor.
Aksine, siyasal iktidarın kötücül ve baskıcı tavrı onların beklentilerinin önünde bir set oluşturuyor.
Şimdilik en az yüzde 60 olan çoğunluk ülkenin geleceğini sandıkta yeniden inşa edecek.
Bu olan biteni izlerken aklıma hep Victor Hugo’nun sözünün gelmesi de bu yüzden:
‘Sevilmeyen bayağılaşır’...
Artık eskisi gibi sevilmeyen bayağılaşıyor ve inatlaşıyor.
Ama sevilmeyenin bayağılaşması ve inatlaşarak sevildiğini görmek istiyor olması, azınlık baskı rejiminin sonunu daha da hızlandırıyor.
Dere tepe ‘Love Erdoğan’ yazdırmak bir işe yaramıyor.
Sadece aklınızda tutun yeter;
Bir azınlık partisinin baskı rejiminde, büyük şehirleri kaybeden Putin de olsa gider.
Rahat olun…