Savaşların patlaması tek bir kıvılcımla olmaz; savaşa gidilen yol zorludur, vakit alır.
İkincisinden daha az kayıp verildiği için daha az önemsendiğini hissettiğim Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebep olarak gösterilen olay, Avusturya Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ın, ziyarete geldiği Saraybosna’da, Gavrilo Princip isimli bir Sırp tarafından öldürülmesiydi (28 Haziran 1914).
O suikastla Avusturya Macaristan devletinin Sırbistan’a savaş açması (28 Temmuz 1914) arasında, tam bir ay vardır.
[Birinci Dünya Savaşı’nda iki taraflı ölümlerin 17 milyona, İkinci Dünya Savaşı’ndakilerin ise 75 milyona yakın olduğu hesap edilir.]
Üçüncü bir büyük savaş çıkacaksa, günümüzün şartları sebebiyle, bunun daha uzun bir süre alması beklenebilir.
Bir müddetten beridir bölgemizde meydana gelen çatışmacı gelişmelere, bazı yorumcuların her an savaş çıkacağı beklentisiyle yaklaşmasını bu sebeple garipsememek gerekiyor.
Hamas siyasi büro şefi İsmail Haniye’nin, dün sabaha karşı saat 03.00’te, İran’ın yeni cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak üzere geldiği Tahran’da, geceyi geçirdiği misafirhaneye yönelik bombalı saldırıda hayatını kaybetmesi, önceki sebeplere bir yenisini ilave etmiş oldu.
Birkaç ay önce, İran’ın Şam’daki başkonsolosluğuna İsrail tarafından gönderilen bir bombayla, sekizi İslam devrim muhafızları (İDM) komutanı olan 16 İranlı hayatını kaybetmişti (1 Nisan 2024)…
Dört gün önce, 27 Temmuz günü, Dürzilerin yaşadığı, İsrail işgali altındaki Golan’a yapılan ve kimin gönderdiği anlaşılmayan füzeli saldırıda, top oynamakta olan 12 çocuk hayatını kaybetti…
İki gün önce, 30 Temmuz akşamı, Hizbullah komutanlarından Fuad Şükr, Beyrut’un güneyinde, drone’la yapılan bir saldırıya maruz kalarak hayatını kaybetti…
Dün de, sabah erken saatlerde, İsmail Haniye, İsrail’in bombalı saldırısında Tahran’da hayatını kaybetti…
On aydır Gazze’de süren İsrail’in açtığı savaşta, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 40 binden fazla canın hayatını kaybettiğini de bu tabloya eklemem gerekiyor.
Ne oluyor gerçekten?
Henüz bir hafta bile olmadı, 25 Temmuz günü, İsrail’in başbakanı Benjamin Netanyahu Amerikan Kongresi’nde konuştu ve Amerikalı siyasilerin dakikalar süren alkışlarına muhatap oldu.
Bundan cesaret alarak, Gazze’de amacına erişemeyen İsrail, nasıl olsa ABD’nin iki partisinden Kongre üyelerini arkasına almışken, -tabii bir de ABD üç ay sonra yapılacak seçimle meşgulken-, savaşını daha geniş bir coğrafyaya -Lübnan’a ve belki de İran’a- doğru genişletmeyi mi düşünüyor?
Gelişmeleri ardı ardına sıraladığımızda ortaya çıkan tabloya bakıp bu soruyu sormamak mümkün değil. Nitekim pek çok yorumcu bu ihtimali hatırlatıyor.
En çok sorulan soru da şu: Bunu ABD’de siyasi hayat üzerinde etkili meşhur Lobi mi istiyor, İsrail’deki savaş yanlıları mı, yoksa Netanyahu ile savaş koalisyonunda buluşanlar mı?
Ciddi bir soru bu.
Dün burada aktardım. Meşhur Lobi’nin en önemli isimlerinden Ronald Laurent, Arab News gazetesine, “Filistin devlet’li savaşsız bir Ortadoğu” diye özetlenebilecek bir makaleyle katkıda bulundu.
Bir yandan ‘barış çubuğu’ sunarken bir yandan da ‘savaş ateşi’ni körüklüyor olabilirler elbette; acaba öyle mi?
İsrail’e gelince; sadece geleneksel olarak barıştan yana olanlar değil, çok daha geniş bir kitle, mevcut hükümetin Gazze ve Filistin politikasını şiddetle eleştiriyor. Protestolar dinecek gibi değil.
Netanyahu’ya gelince…
Savcılar onun ve ailesi fertlerinin peşinde. Rüşvet, sahtekarlık ve güveni kötüye kullanmak gibi gibi ciddi konularda hazırlanmış dosyalar Devlet Başsavcılığı’na sunulmuş bulunuyor. Knesset’teki koalisyon desteğini ve koltuğunu kaybeder etmez, kendisini hapiste bulması kaçınılmaz Netanyahu’nun. [Kongre’deki şovu muhtemelen bunu geciktirme amaçlıydı.]
ABD’deki şakşakçıları ve İsrail’deki yandaşları desteklerini sürdürdükçe, hiç kuşkunuz olmasın, Netanyahu önceki ikisinden daha travmatik bir savaşa dünyayı sürükleyebilir.
Kongre’deki şovla başlayan şu bir hafta içerisinde izlediğimiz Netanyahu’nun senaryosuydu.
O senaryoyu boşa çıkartmak gerek.
ΩΩΩΩ