Diyarbakır’ın merkeze en yakın köylerinden birinde bir cinayet işlendi, ceset 20 gün bulunamadı, cinayeti kimin ne için işlediği günlerden beri öğrenilemedi.
Hem de bütün ülkenin dikkatini olay üzerinde yoğunlaştıran olağanüstü medya ilgisine rağmen…
Endişem, sekiz yaşında vahşi bir cinayete kurban giden masum ‘Narin bebek’in başına ne geldiğini, bir yabancı gazeteciden öğrenme ihtimali…
Geçen hafta, Batı Şeria’da, İsrail saldırganlığının son örneği olarak şehit edilen Ayşenur Ezgi Eygi’nin ve onunla birlikte orada bulunan uluslararası Filistin-yanlısı grubun yaşadıklarını adım adım yansıtmak, Amerikan Washington Post gazetesine düştü çünkü (10 Eylül).
Bizim medya, bu bir ay içerisinde, ‘Narin bebek cinayeti’ni aydınlatmak yerine, kafa karıştırmaktan başka bir iş yapmadı.
Her gün yeni bir senaryo yazıldı ve ertesi gün de bir başka senaryo…
Dünyada kaydedilen teknolojik gelişmeler ve sosyal medyanın varlığı sebebiyle, polisiye roman alanının artık tarihe karışabileceğini düşünmeye başlamıştım ki, ‘Narin bebek’ ile ilgili yayınlar insanların hayal dünyasının alt edilemeyeceğini öğretti.
Üzüldüğüm, yazılan ve ekranlara yansıtılanların, hayal dünyası ürünü olduğunu yüksek akılların bile anlamakta zorlanması oldu.
Başarılı bir meslek hayatını geride bırakmış emekli bir iş insanı dostum, kendisine yurt dışından ulaştırıldığını söylediği bir senaryoyu, ‘en doğru gerçek’ sayarak gönderdi.
Hizbullahçı aile senaryosunu…
Ancak aynı senaryoyu daha önce dikkatlerimize sunmuş olan ‘gazeteciler’, herhalde “Bu kadarı da olmaz” diye düşündükleri için belli bir noktada durmuşken, bu defa, senaryoya, siyaset, jandarma, askeri helikopter, bir üniversite hastanesi ayrıntıları da katılmış…
Senaryo şöyle bitiyor: “Aile basına bilgi vermesin diye cezaevinde koruma altına alınacak ve olay soğuyunca salıverilecek.”
Ve akıllı dostum senaryonun bütününe inanmış…
Kendisine gönderdiğim “Sanmıyorum dostum; eğer bu senaryo doğru olsaydı, milli güvenlik meselesi olduğu için, ilk günden o yolda haberler alırdık” mesajına “Maalesef, çok ileri gitti hükümet her şeyde” cevabı geldi.
Allah, Allah…
Herhalde polisiye merakım sayesinde, bu defa ortaya atılan senaryolara karşı direnebildim direnebilmesine ama, korkum, bir sonraki olayda, benim de kalabalığa katılabilme ihtimalim…
Gazetelerde yazan, ekranlarda haber sunan ve yorum yapan bunca insan, hayal dünyalarında ürettikleri veya kendilerine aktarılan akıl almaz senaryoları kolayca benimseyebildiklerine ve onları okuyan-dinleyen kalabalıklar da sorgulamak yerine anlattıklarına inandıklarına göre, neden ben ayrıksı bir tavrı benimseyeyim?
Neyse, endişemi giderecek itirazlar sonunda yükselmeye başladı.
Yalanlar, uydurmalar bıktıracak kadar sık tekrarlanırsa amaçlanana erişilmek de zorlaşıyor. “Yalanı çok tekrarlayın, sonunda inanılır” diye bilinen bir sözün, saçmalama sınırları zorlanınca, tersi tepkilere yol açabildiğini fark ediyorum.
Çok daha adice bir çirkinliğe alet edilmiş iki yaşındaki ‘Sıla bebek’ Tekirdağ/Malkara’da can çekişiyor; davasını dert edinen pek yok; medyamız neden ‘Narin bebek cinayeti’ konusuna böyle balıklama dalmış olabilir?
‘Narin bebek cinayeti’ Diyarbakır’da işlendiği için olabilir mi?
Ülkede meydana gelmekte olan çok daha önemli olaylar yerine, dikkatlerin başka bir yöne yoğunlaşmasını arzulayan bir odağın yönlendirmesi sonucu mu?
Okunmaz hale gelmiş gazetelerin tiraj, izlenmez olmuş kanalların reyting kaygıları mı?
Yoksa, yoksa… Bunların hiçbiri değil de, ülkemiz üzerinden geçen bir bulutun bıraktığı kirli yağmurlar insanlarımızın aklını başından aldı da, o sırada ben ve az sayıda başkaları, dışarıda bulunmadığımız için mi çoğunluktan farklı davranıyoruz?
Herhalde masalı biliyorsunuzdur: Sözlerini dinler hale gelmiş bir krala, müneccimleri, “Yarın değeceği herkesi delirten kirli yağmurlarını bırakacak bir bulut üstümüzden geçecek” haberini vermişler. Kral ve beraberindekiler saraydan çıkmamış, ahali ise kirli yağmura maruz kalarak delirmiş. Deliler ülkesini yönetemez hale gelen kral, sonunda, müneccimlere, “O kirli yağmurlar bir daha ne zaman yağacak, bildirin, dışarıya çıkayım” demiş…
Eğer farkına varmadan öyle bir şey oldu ve bizler bu yüzden farklı hale gelmişsek bilmek isterim.