‘Yumuşaklık’ Türkiye’nin değeri olmalı

Etyen Mahçupyan

Türkiye’nin kalkınması ve gelişmesi için savaş ortamı mı daha iyidir, yoksa barış ortamı mı? Herhalde birinci şıkkı seçecek yoktur. Askeri açıdan küresel bir güce ve bunu destekleyen savunma sanayine sahip olmadıkça hiçbir ülke için savaş daha iyi bir alternatif olamaz. Türkiye’nin ise barıştan yana olmasını teşvik eden ve pek az ülkeye nasip olan bir diğer özelliği var: Zora başvurmadan çevresini etkilemesini sağlayabilecek bir tarihsel ve kültürel arka plan. Literatürde ‘yumuşak güç’ diye tabir edilen sosyoekonomik ve kültürel çekicilik…

***

Küreselleşme bu özelliğe fazladan imkan sağladı. Çünkü yumuşak gücün potansiyel olarak varlığı, sonuç yaratan bir operasyonelliği kendiliğinden ortaya çıkarmıyor. Ulus devletlerin kendi sınırları içindeki gelişmişliği çok önemsediği ve sınırların geçirgen olmadığı bir dünyada yumuşak gücün de fazla bir anlamı olmuyordu. Daha doğrusu yumuşak güç ancak askeri ve siyasi gücün doğal takipçisi olarak sınırları aşabildiği için, komşu ülkeleriniz bile ABD’nin veya Rusya’nın hegemonyasına tabi kalıyordu. Türkiye için de komşuların pazarlık gücünü zayıflatmanın yolu ABD ile daha yakın olmaktan geçiyor ve bu bir güvenlik stratejisi olarak görülüyordu. Ancak küreselleşme ile birlikte Türkiye’nin etkileme alanı genişledi ve derinleşti. Yumuşak güç öne çıktı ve nitekim Arap Baharı döneminde Türkiye bu yeteneğini biraz fazla abartma eğilimi bile gösterdi. Ancak önemli olan şu ki, bütün bu süreçte Türkiye kendi çevresinde demokratik ve kalıcı bir barışı doğrudan kendi politikası olarak gördü ve olabildiğince teşvik etmeye çalıştı.

***

Barışı daha avantajlı kılan koşullar bununla da kalmadı. Aynı tarihsel aralıkta post modern döneme de geçtik. Modernliğin problem çözemediği, hatta problem ürettiği bir tür kaos ortamıyla karşılaştık. Yıllarca ‘yabancı’ olarak kendi sistemimizin dışında tanımlanmış ve orada tutulmuş olan grupların, biz istesek de istemesek de içimize girdiği bir yeni dünya... Modernliğin göçmenler karşısında tek taraflı entegrasyon çabalarının ayrımcılığı daha yaralayıcı kıldığı, eziklik, öfke ve tepki ürettiği ve bu duygunun küresele yayıldığı bir atmosfer. Bu da Türkiye’nin lehine oldu, potansiyellerinin keşfedilmesini teşvik etti ve etkileme gücünü artırdı. Savaş hali büyük devletlerin müdahalesini davet ederken, barış hali bölge aktörleri içinde yumuşak gücü en yükseklerden biri olan Türkiye’yi öne çıkardı.

***

Bugün bir barış ortamı hasıl olsa ve sınırlar kalksa acaba dünyanın hangi ülkelerine göç edenler, oradan göç edeceklere göre daha fazladır. Tabi başta ABD, Kanada, Avusturalya gibi ülkeleri, belki sonrasında İsveç ve İngiltere’yi sayabiliriz. Yani avami bir söylemle ‘insana insan gibi davranan ve yeterli refah seviyesine sahip ülkelere’… Bunların dışında kalmasına rağmen yine de aldığı göç verdiğinden daha fazla olacak olan tek ülke belki de Türkiye…

Oysa Türkiye ne tam bir demokrasi ne de çok kalkınmış bir ülke. Ama hem bu iki alanda göreceli ilerlemişliğe, hem de birçok dünya vatandaşı için çekici olabilecek yumuşak güce ve bunu paylaşmayı ima eden bir zihniyete sahip. Bu avantajı hayata geçirmenin tek yolu kendi ülkemizde ve çevremizde barışın egemen olması. Barış ise parçalı bir yapıda olmuyor. Çevrenizde barış üretmek isteyen, inandırıcı olabilmek için önce kendi içinde ‘barışçı’ olmak ve öyle davranmak zorunda.

Ülkenin çıkarlarını taşımakla yükümlü olan siyasetçilerin performansı bu açıdan epeyce önemli… Yumuşak gücünüzü etkin kılmak istiyorsanız, önce ‘yumuşaklığa’ bir değer olarak sahip çıkmanız gerek.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (12)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.