İran’da bir televizyon programında tartışmacıların Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonunu masaya yatırdıklarını düşünün. Katılımcıların bu girişimin Türkiye’nin kendi iradesiyle olamayacağından hareketle arka plan analizleri yaptığını ve olayı bir ‘üst akıla’ bağladığını hayal edin. Bazısı Rusya’nın himayesinden, başkaları bir üst aklın gizli teşvik veya garantörlüğünden söz edebilir ama sonuç değişmez. Aslında zayıf olduğu düşünülen bir aktörün inisiyatif alması ve cesur hamlelerde bulunması ‘komplo’ ile açıklama eğilimini teşvik etmektedir. Ne var ki bu muhayyel tartışmadan hiçbir gerçeklik üremeyecektir, çünkü gerçekliği çıplak haliyle görmek istemeyen, gördüğüne inanamayan ve gerçeği psikolojik olarak reddetmeyi daha rahatlatıcı bulan bir yaklaşım söz konusudur…
***
Mesele başkalarının Türkiye tartışması olduğunda gerçeklikten kaçma halini son derece net bir biçimde algılayabiliyoruz. Ama biz de aynı tutumu IŞİD, PKK ve FETÖ için kullanıyoruz. Başkaları bizi ‘aslında’ zayıf gördüğü ölçüde, biz de başkalarını ‘aslında’ zayıf görme eğilimindeyiz. Psikolojik açıdan rahatlatıcı olabilen bu bakış, çıplak gerçekliğin ötesinde bir ‘hakiki’ gerçeklik sevdasına kapıldığı ölçüde durumu anlamakta ve çözmekte de aciz kalacaktır. Üst akıl söylemi bu açıdan paralize edici bir unsur… Çünkü bütün bu terör örgütlerinin hepsi birden tek bir üst aklın himayesinde ve yönlendirmesinde ise yapılacak pek bir şey yoktur. Bu varsayım topluma karamsarlık ve atalet aşılamaktan başka işe yaramaz ve terörle mücadelenin kazanılamamasının da zeminini oluşturur.
Bu kolaycı kaçış karşımızdaki saldırgan yapılanmaların azımsanmasına, buna karşılık hayali arka planın aşırı önemsenmesi ve enerjimizin boş ideolojik tartışmalara kurban edilmesine neden olur. Bir yandan terör yapılanmalarını inceleme ve işleyiş mekanizmalarını anlama gayretimiz anlamsız hale gelir. ‘Bunlar sadece taşeron’ diye baktığımız sürece söz konusu örgütlenmelerin içsel dinamiğini, zihinsel yapısını ve toplumsal destek ağlarını ihmal ederiz. Diğer yandan şimdi televizyon tartışmalarında olduğu üzere, bir yığın insan boş ve anlamsız ama büyük teorilerle bize küresel komplo masalları anlatır durur.
***
Oysa gerçeklik temel bir varsayım üzerine oturuyor: Karşımızdaki insanlar en az bizim kadar akıllıdır… Terör örgütü olmaları onların bir dizi aptallar tarafından yönetildiği anlamına gelmiyor. IŞİD’in terör saldırılarının ardındaki mesajları irdeledikten sonra, kendi bulgularının ‘derinliğine’ kapılıp olayın ardında başka akıllar arayanlar önce şunu düşünmeli: Acaba IŞİD’de kendisi kadar akıllı kimse yok mu? Siz herhangi bir terör örgütünün yönetiminde olsanız Türkiye’nin kırılgan yönlerini bulmakta zorlanır mıydınız? Türkiye’de güvenlik zaaflarının nerelerde yoğunlaştığını bulmayı beceremez miydiniz? Bunun için bir üst akıla mı müracaat ederdiniz?
Terör örgütleri tam aksini yapıyorlar. Yeteneklerini kanıtladıktan sonra güçlü aktörlerin karşısına çıkarak pazarlık güçlerini maksimize etmeye çalışıyorlar. Bu örgütleri komplocu bağlantılar üzerinden okumak onları daha da ‘ulaşılmaz’ kılıyor. Terörist oluşumlar herkesle işbirliklerine girebilirler ama kendilerine yetecek akıl ve cesarete sahipler. Amaçlarının gayrı insani ve gayrı ahlaki olması bu gerçeği değiştirmiyor. Bu nedenle de kimseye ihtiyaçları yok…
Onlarla mücadele bu basit gerçeğin görülmesini ve sindirilmesini gerektiriyor. Karşımızda en az bizler kadar akıllı insanlar var. Onlar bizi çok iyi tanıyor… Biz ise sanki onları tanımamak için her türlü abuk sabuk ideolojik kılıfın ardına gizlenmeyi marifet sayıyoruz.