Bu ülkenin gazetecilik serüveninde ilk yazıların ve vedaların sayısı çoktur. Genç yaşta belirli bir gazeteye girip de hayatının çoğunu orada geçiren kişi sayısı ancak parmakla gösterilir ve doğrusu bunun pek de matah bir şey olduğunu öne sürmek kolay değildir. Çünkü Türkiye’de siyasetle birlikte dalgalanan, siyaseti güçte arayan ve dolayısıyla güçlünün tarafında saf tutmaya teşne bir gazetecilik egemen…
Bu durum kendine has bir ruh hali üretmenin ötesinde bu ülkede ‘gazetecilik’ denen uğraşı da büyük çapta tanımlar. Buna göre gazetecilik gerçekte epeyce hırslı bir siyaset yapma biçimidir. Nitekim bütün dönemsel farklılıklarına rağmen bu meslek erbabının kariyer imkanları hep yüksek olmuştur. Böyle bir ortamda mesleğin kendisi ‘doğal olarak’ araçsallaşır. Sonuçta egemenin kimliğine ve niteliğine bağlı olarak saf değiştirmeye eğilimli olan ve bunu hiç de gocunmadan yapabilen gazeteleriniz olur. Bu yapılanma içinde bütün bir ömrü geçirmek için sizin de bukalemun özelliği göstermeniz gerekir ki herkesin becerisi buna uygun olmayacaktır.
Söz konusu gazetecilik anlayışının hem nedeni hem de sonucu olarak ele alınabilecek bir unsura daha işaret etmeliyiz. Türkiye’de gazeteler kurumsallaşamamışlardır… Çünkü hem koşullar bunu engellemiş, hem de kurumsallaşmamak gazete sahiplerinin işine gelmiştir. Bu sayede siyasetin ve gücün akıntı yönüne bakarak hızlı dönüşümler gerçekleştirmek mümkün olmuş ve bunu ilk becerenin sahip olacağı göreceli avantajlar ‘meslektekilere’ cazip gelmiştir.
Dolayısıyla sıradan bir gazeteci için mensup bulunduğu gazetenin ‘yarın’ neyi savunacağı sıkça bir muammaya dönüşebilir. Gazeteci sadece kendi işini yapmakla yetinmeyip, içinde olduğu kurumun hangi siyasetin taraftarlığına doğru kayacağını da öngörmek durumundadır. Eğer bu sapmaları öngöremez veya görmesine rağmen bir şey olmamış gibi haber yapmaya ve yazı yazmaya devam ederse, ya da gazete açısından ‘işlevi’ bitmişse kolayca kapıya konuverir.
Açıkça söylemek gerekirse, bu ülkede gazetecilik başlangıcından bu güne ‘yozlaşma potansiyelinin cazibesi’ ile temayüz etmiş bir uğraş alanı. Bu genel akışın dışında kalanlar hep oldu, toplumun zihninde saygın bir yer de edindiler ama hiçbiri bizzat gazeteciliğin seviyesini yükseltmek için yeterli nefese sahip olamadı. Bunun da yine çok anlaşılır bir nedeni var… Diğer gazeteler bu yeni ve idealist gazetecilik örneğinin başarılı olmasından rahatsız oldular. Aksine onun da hızla kendilerine benzemesini istediler. Bu nedenle ‘gazeteler arası’ savaş alanları açıldı, gazetecilerin bu savaşta kendi gazeteleri adına neferlik yapmaları istendi. Yeni gazeteler bu tuzağa düştükleri ölçüde diğerlerinden farkları kalmadı ve toplumda yeşeren hayaller bir başka bahara ertelendi.
Son yirmi yılda laik kesimin entelektüel birikimini kullanan Yeni Yüzyıl’dan Radikal ve Yeni Binyıl’a, oradan Taraf’a uzanan iyi çıkışlar gördük. Hepsinin ömrü kısa oldu. Bazısı kapandı, bazısı da sisteme teslim oldu…
Şimdi Karar, muhafazakar entelektüel geleneğin içinden gelerek benzer bir çıkışı gerçekleştirmeye talip. Bu bir sınav… Öncelikle bir gazetecilik sınavı… Ama ülkenin geldiği dönemeci düşünürsek aynı zamanda bir vatandaşlık sınavı…
Elde olmayan nedenlerle gecikmiş bir not: Ertuğrul Özkök yeni çıkan ‘Tımarhane Günlerim’ adlı kitabımla ilgili iltifatkar bir yazı yazmış, 456 sayfalık kitabın tümüyle kendisini referans aldığını söyleyip tek bir sayfasına itirazını kayda geçirmişti. Yazısını ikinci baskıya önsöz olarak koymama izin vereceğini umarak, kendisine tüm kalbi duygularımla teşekkür ediyorum.