Geçen Pazar İstanbul’un bir otelinde adı ‘Recep Tayip Erdoğan Sempozyumu’ olan bir paneller dizisi yapıldı. Birçok kişi Erdoğan’ın ‘anlam ve önemini’ yansıtan konuşmalar yaptı. Anlatılanların olgusal içeriğine katılmamak mümkün değildi. Erdoğan gerçekten de olağan dışı bir siyasi figür, giderek Türkiye siyasi hayatı açısından kendine özgü bir fenomen. Güç ve etkisi kendisini aşan, halkla sembiyotik ilişki kurabilen, bugün burada oluşturduğu duygusal köprü üzerinden geçmiş ve geleceğin muhayyel kurgulanmasına doğru yol alan ve insanları bu yönde mobilize edebilen biri… Mağduriyete sıkışmış bir cemaati özgüveni yüksek bir küresel kimlik olarak yeniden hayata taşıyan, yönlendirici ve sürükleyici özelliğiyle bıkmadan ve ısrarla kendisini toplumun rehberliğine adayan bir lider.
***
Diğer taraftan dünya konjonktüründe yapay bir barış döneminin sona erdiği, bölgesel ağırlıkların küresel mantık içinde yeniden biçimlendiği bir süreçten geçiyoruz. Erdoğan bu süreçte Türkiye’yi uzun zamandan bu yana ilk kez ‘kişilikli’ ve ahlaki bir duruşa taşıdı ve buna alışık olmayan dünya güçlerinin hoşnutsuz tepkisiyle karşılaştı. Erdoğan hakkında çıkan kasıtlı değerlendirmelerin, itibarsızlaştırma çabalarının miktarı kabul edilebilir sınırların çok ötesinde. Kendisini mağdur ve mazlum hissedenlerin Erdoğan’da zamanın geçiciliğini bertaraf eden bir kurtarıcı kahraman bulmalarını bu nedenle anlayabiliriz…
Ancak bütün bu gerçekler hamasete kapılıp gitmeyi doğrulamaz. Her şeyden önce en koyu Erdoğan taraftarının bile kabul etmesi gerek ki, Erdoğan’ın bazı örneklerde sergilemekte olduğu tutumun ‘dünyayı değiştirecek’ bir liderlikle pek de bağlantısı yok. Tabii eğer dünyayı değiştirmekten sadece ‘ötekilerin’ gitmesini ve sizin de aynen ötekiler gibi yönetmeye devam etmesini anlamıyorsanız. Çünkü esas değişim öznenin değişmesiyle sağlanamaz… Öznenin farklı zihniyette davranması ile üretilebilir. Eğer AK Parti ve liderliği karşı olduğu eski merkezin otoriter, baskıcı ve zorlayıcı üslubunu aynen sürdürecekse buradan hayırlı bir sonuç çıkmaz.
***
Dolayısıyla AK Parti’ye ve Erdoğan’a yapılacak en büyük iyilik, onlara objektif bakmak ve yararlanabilecekleri eleştirileri samimiyetle söylemektir. Çünkü kendisini sürekli düzelten bir parti ve liderin bu ülkede çok daha uzun yıllar kalıcı olabileceği ve ülkeyi elinden kaçırmayacağı açık… Bunun yerine hamasete sığınıp olağan dışı bir lideri gerçek üstü kılmaya çalışırsanız, yapılan vasatlığın ta kendisi olur. Bunun ise Erdoğan’ı yüceltmek bir yana, itibarsızlaştırma tehlikesi var. AK Parti ve Erdoğan’a objektif yaklaştığınızda zaten takdir edilecek özelliklerin kınanacak olanlardan hem siyasi hem de sosyolojik temelde çok daha fazla olduğunu görürsünüz. Bu öznelerin dışarıdan bakan gözlerde küçükseyici gülümsemeler üretecek türden abartılara hiç ihtiyacı yok…
***
Sempozyumda dile getirilen anlatımların, onları dile getirenler açısından halisane duygulara tekabül etmediğini kimse söyleyemez. Bu tür bir etkinliği düzenleyenlerin de yine halisane bir duruşun sahipleri olduğunu düşünebiliriz. Ancak siyasetin alanında olduğumuzu unutamayız. Erdoğan ununu eleyip eleğini duvara asmış bir sanatçı veya şair değil. Her gün bu ülkeyi ve insanlarını doğrudan etkileyen bir siyasetçi… Sorumluluk taşıyor ve bunu taşıma meşruiyeti gösterdiği tevazu ile doğru orantılı. Bu tevazu gerekliliği göz ardı edilirse meşruiyet zarar görür. Onu sevdiğini söyleyenlerin de öncelikli siyasi sorumluluğu, sevgiyi sergileme hevesine düşüp söz konusu meşruiyete ilave zarar vermek olmamalı herhalde...