Her ne kadar dünya liderliğini temsil eden kişilerin rasyonalitesinden kuşku duymakta haklı olsak da, büyük güçlerin Suriye üzerinden savaşa girmesi daha düşük olan ihtimal. Şu anki müdahale de muhtemelen ileride bir savaşa zorlanmamak için yapılıyor. Çünkü ABD ve Rusya’nın stratejileri büyük ölçüde örtüşüyor. Rusya fazla ekonomik maliyet yüklenmeden Suriye’de siyasi çözümü sağlamak, Baas rejiminin devamını garanti etmek ve Ortadoğu’ya formel bir aktör olarak yerleşmek istiyor. ABD ise bu coğrafyada asker tutmamasını mümkün kılacak bir çözümün Rusya tarafından hayata geçirilmesine olumlu bakıyor ve Suriye’nin inşa sürecinde zaten belirleyici konumda olabileceğini hesaplıyor. Bu denkleme ekonomi alanında ABD’nin Rusya’ya olan tek yanlı üstünlüğünü ekleyebilirsiniz…
***
Savaşın eşiğine gelme izlenimini tetikleyen olgu, Rusya’nın taahhüt ettiği barışı gerçekleştirmekte zorlanmasıdır. Bunun Esad’ı dizginleyen, Kürtlere ve Sünnilere yerelde yönetme imkanı yaratan bir bölgesel federasyon olması bekleniyor. Rusya bu amaçla Astana’yı Soçi’ye havale etti, bir anayasa teklifinde bulundu ve seçimlerle ilgili çalışmalar yaptı. Tüm bunlara ABD, itiraz etmek bir yana, açık onay verdi.
Ne var ki Rusya’nın ortakları sorun çıkardı… İran’a yaslanarak hükmettiği coğrafi alanı her fırsatta genişletme peşinde olan Esad durdurulamadı. İran yereldeki elli küsur silahlı örgütlenmesi ile Esad’a destek vermeyi sürdürdü. İran’sız bir çözümün olmayacağını bilen Rusya ise, Esad’ı meşru çizgiler dahilinde tutmakta zorlandı. Bu arada diğer ortak Türkiye her türlü PYD oluşumuna ve varlığına karşı olduğunu ilan ederek, ne zaman biteceği öngörülemeyecek bir askeri harekat dönemine adım attı.
Rusya’nın her iki kanada da bir miktar göz yumarak durumu idare edebileceği varsayımı işlemedi… PYD kanadında hedeflenen gelişme Türkiye’yi tatmin eden bir ara yolun üretilmesiydi. Çünkü Rusya rejime alternatif olabilecek kadar güçlü bir PYD istememesine karşın, Esad’ı federatif yapıya zorlayacak güçte bir PYD’yi de istiyor. Bunu elde edemediği takdirde rejimin Esad ailesine indirgeneceğinin ve Suriye konusunda İran’a mahkum olacağının farkında. İşin ilginç kısmı Türkiye’nin uğruna uğraştığını söylediği Sünni Araplar’ın aktörleşmesi için de PYD’nin ya da alternatif bir Kürt oluşumunun varlığı gerekiyor. Çünkü Kürtlerin aktörleşmediği bir Suriye’de federatif yapı kurulamayacak ve Sünni Araplar Esad’ın insafına terk edilecek… ABD inisiyatifindeki ‘Suriye’nin Geleceği’ partisinin işlevi de bu ve nitekim Rusya’nın bu gelişmeye herhangi bir itirazı bulunmuyor.
Kısacası Suriye konusunda ABD ile Rusya’nın tasavvurları arasında benzerlik ve geçişlilikler farklılıklardan çok daha fazla. Ne var ki İran’dan aldığı icazet Esad’ı kontrol edilemez bir noktaya taşıdı ve ortalıkta ne insani ne de ahlaki sınır kalmadı… ABD’nin askeri seçeneğe yönelmesi, gerçekte Rusya’nın taahhüdünü yerine getirebilmesi için ona ortakları karşısında pazarlık gücü veriyor. Koalisyon kanadının bundan sonraki hamlelerinin Rusya’nın ‘enformel bilgisi dahilinde’ olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Aynı bağlam Rusya’nın Türkiye’ye de Afrin’i terk etme çağrısı yapmasına neden oluyor çünkü böylece Rusya kendi durumunu ‘dengelemeye’ çalışıyor. Türkiye ise doğal olarak Menbiç ve devamını zorlamaktansa, ‘bilek güreşi savaşının’ bitmesi çağrısında bulunuyor ve tarafları ‘siyasi sürece geçmeye’ davet ediyor.
***
Erdoğan’ın söylediği üzere Türkiye’nin “ne ABD ile müttefiklikten, ne Rusya ile enerjiden güvenliğe kurduğumuz ilişkilerden, ne de İran ile ilişkilerimizden vazgeçmeye” niyeti yok ve bu gayet doğru bir politika. Ama öte yandan gerçekçi olmak gerekirse, PYD ile Esad arasına sıkıştığımızı ve kendi ideolojik handikaplarımızın bizi ister istemez Esad’ı seçmeye yönelttiğini görmekte yarar var. Türkiye kendisini Sünni Araplar için mücadele halinde görebilir... Ancak genelde Kürtleri yanımıza alamadığımız sürece Suriye’yi Esad’a teslim eden dinamiğe hizmet ederiz ve bunun bizi nerelere sürükleyeceğini de bilemeyiz...