Kendisini orkestra şefi gibi görmek birçok liderin hayalidir. Küçük bir işaretinizle toplumun ve devletin her biriminin sizin öngördüğünüz şekilde davranması güzel bir duygu mutlaka. Tabi liderin doğruları biliyor olması şart. Ne var ki hayat son derece karmaşık ve dinamik. Doğrular da her an değişebiliyor… Bu durumda birçok liderin kendisini bir üst akıl gibi görmek istemesini yadırgamamak lazım. Kuş ve balıklarda olduğu gibi, öndeki ‘rehberin’ her algı, tercih ve tepkisinin aynen tüm toplum ve devlette tekrarlandığı bir uyum tablosu…
***
Böyle bir uyum yakaladığınızda bir anda bütün şirketlerin ilave iki kişi istihdam ederek büyümeyi pekiştirmesi, ya da tüm vatandaşların aynı anda ellerindeki dövizi liraya çevirerek hazineye destek vermesi olanaklı… Ancak bu hayal orkestraya kıyasla daha da derin bir önkoşul gerektiriyor: Liderin toplum ve devletle organik bütünleşmesi lazım.
Ne var ki toplumsal çeşitliliğin arttığı, bilginin teknolojik devrimler sonucu ‘yatay’ hale geldiği ve özgürlük anlayışının fazlasıyla bireyselleştiği bugünün dünyasında, bu tahayyülün hiçbir gerçekçiliği bulunmuyor. Her şeyden önce liderlerin tercihlerinin tüm toplumca paylaşılması mümkün değil. Ayrıca liderin her konuda, bırakalım en bilgili kişi olmasını, ‘yeterince’ bilgili olması bile beklenemez. Ne verilere hakim olma (information) ne de bunları derinlikli bir bağlama oturtma (knowledge) anlamında…
Ancak birçok lider, sahip olduğu zihniyet ve kültür nedeniyle, liderliğin bizatihi böyle bir özellik olduğuna inanabiliyor. Erdoğan’ın da bazı tutum ve davranışları bu yönde işaretler taşıyor. Faiz meselesi bunlardan biri… Cumhurbaşkanı bu konuda bilimsel veya olgusal temeli olmayan bir kişisel izlenimden hareketle güçlü bir inanca sahip… Faizler ile enflasyon arasındaki korelasyondan hareketle faizin enflasyonun nedeni olduğuna inanıyor.
Böyle bir inanç kişisel düzlemde kaldığı sürece sorun olmaz. Ancak kendinizi doğruları bilen ve uygulatan bir orkestra şefi ya da organik bir rehber olarak görüp, aldığınız veya aldırttığınız kararlarla inancınızı tüm toplum ve devlete yansıtırsanız sonuçta ülkeye zarar verirsiniz.
Hafta içindeki Merkez Bankası kararı bu nedenle ‘ne şiş yansın ne kebap’ mantığını yansıttı. Faiz artırımı oldu ama enflasyonun gerisinde kalındı. Muhtemelen gelecek ay baz etkisi nedeniyle enflasyonun biraz düşeceğine güvenilerek iş idare edildi. Merkez’in açıklamasında “enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme ve hedeflerle uyum sağlanana kadar para politikasında sıkı duruş kararlılıkla sürdürülecek” dendi. Bu adımın sıkı bir duruş olmamasını telafi etmek ve ‘doğru yapmadık ama merak etmeyin yaparız’ güvencesi vermek üzere…
***
Merkez Bankasını enflasyonu kontrol altına almak için yapılması gereken ‘doğru’ ile ondan siyaseten beklenen ‘yanlış’ arasına sıkıştırırsanız, ne atılan adımın hayrını görürsünüz ne de elinizde güven veren bir kurum kalır.
Hele bu kararın öncesinde hükümet yanlısı medyada Merkez Bankası’nın hiç faiz artırmaması gerektiğine ilişkin, ismi belli olmayan ‘uzmanlara’ saçma sapan açıklamalar yayınlatarak kurum üzerinde baskı kurmaya çalışırsanız, piyasayı kontrol imkanını daha da azaltırsınız. Çünkü herkes bu tür yayınların iktidarın tepesinden geldiğini düşünür… İşin hoş tarafı söz konusu ‘uzmanların’ faiz artmayınca yükselecek olan kurları sabitleştirip, aradaki farkın TL olarak ödenmesini önermeleri. Yani ‘faizi yükseltme, onun yerine piyasaya para sür’ denmiş. Bunun enflasyonu nereye götüreceğine hiç değinmeden tabi ki…
Şunu görmekte yarar var: Faiz ekonominin değil, siyasetin sorunu. Çünkü devletin borçlanma miktarını ve dolayısıyla popülist hizmet imkanını kısıtlıyor. Faiz gerçekten düşürülmek isteniyorsa ülkenin risk priminin azalması, rasyonel yönetime geçilmesi, hukukun ve kurumların güçlenmesi lazım… Bu da organik değil, başkalarının bilgisini ve aklını kullanabilen, yetkilerini delege edebilen bir liderlik gerektiriyor.