Beklendiği üzere hükümetin OHAL’in üç ay daha uzatılması teklifi, çoğunluğu oluşturan AK Parti ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi ve ‘olağanüstü’ bir durumun varlığına dayanan yönetme imkanlarının sürmesi sağlandı. Bu birçok kez daha tekrarlanacak olan teknik bir işlem... Gerçi geçen günlerde Erdoğan OHAL için ‘belki kısa zamanda kalkabilir’ türünden bir laf etmişti ve ömrü sadece bir gün sürmüş, hemen ardından ‘ihtiyaç olduğu sürece devam edecek’ söylemine geri dönülmüştü. Gerçekçi olmak gerekirse OHAL’in en az 6 kez daha uzatılacağını bugünden biliyoruz. Yani 2019 yerel seçimlerinin sonrasına kadar. Bunu değiştirecek iki ihtimal var: Eğer cumhurbaşkanlığı seçimi yerel seçiminin önüne alınır ve Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı olursa belki olağanüstü halin bittiğine kanaat getirilebilir. Ancak eğer yerel seçimde AK Parti başarılı olamazsa OHAL’ler silsilesinin daha da uzayacağından emin olabiliriz.
***
Umarım hükümet bizleri şaşırtacak bir sürpriz yapacak kadar özgüven geliştirir ama şu an için fazla bir ihtimal gözükmüyor. Bunun nedenlerinden biri muhakkak ki Gülen cemaatine yönelik mücadelenin muhafazakar dünyaya ve bürokrasiye yansıyan genişliği ve derinliği. Meselenin artık FETÖ ile sınırlı olmadığı görülüyor. Yani Gülen cemaati içinde darbeye, hükümeti devirmeye, masum insanları öldürmeye tevessül etmiş olanların yakalanmasının çok ötesinde, bu cemaatle şu veya bu şekilde bağ kurmuş herkesin devlet nezdinde ‘tehlikeli’ addedildiği bir dönemin içinden geçiyoruz. 2014 yılında yapılan bir saha çalışmasında bağlılığı yüksek Gülen cemaati mensuplarının toplumun yüzde 2’sini oluşturduğu, cemaatle bağ kurmuş destekçi ve sempatizanlarla birlikte oranın yüzde 6’ya çıktığı ölçülmüştü. Çoluk çocuğu ayıklasak bile, neresinden baksanız bir milyon civarında insan demek. Çoğunlukla iyi pozisyonlarda, etkili kişiler… Dolayısıyla eğer gerçekten de bu insanları tümüyle ‘tek tip’ elbiseye mahkum etmek gibi bir niyet var ve bunun için ille de OHAL gerekiyorsa, olağanüstülüğün daha uzun süre devam edeceğini öngörebiliriz.
Buna hükümetin vurguladığı üzere, PKK ve IŞİD terörünün gerektirdiği mücadele imkanlarını sağlamak zorunda olduğumuz argümanını ekleyebiliriz. OHAL, bu tür mücadelelerde rutin ‘hukuk devleti’ ve yargı sistematiğinin yetersiz kaldığı tezinden beslenen, ‘zorunlu’ bir tedbir olarak görülebilir. Ne var ki PKK’nın öyle kolayca ortadan kalkma ihtimali olmadığı gibi, Suriye’deki gelişmeler bu örgütün ‘çehresini’ değiştirerek kalıcı olabileceği imkanlar sunuyor. IŞİD ise Ortadoğu’da tamamen gücünü yitirse bile, yer altına inebilecek ve buna Türkiye’yi de katabilecek bir sosyolojik tabana oturuyor. Bunları dikkate alarak OHAL süresine karar verilecekse, olağanüstülüğün öngörülebilir tüm geleceğe uzanmasını beklemek lazım.
***
Öte yandan söz konusu meseleler ve verilmesi gereken mücadele OHAL’i kaçınılmaz kılmıyor. OHAL bir tercih… Hükümet istiyor ve memnun kalıyor ki devam ediyor. Bunu da ‘anlamak’ mümkün… OHAL’in varlığı bir yandan kamusal alan üzerindeki iktidar otoritesini perçinliyor, medya, sivil toplum ve üniversitelerin hareket alanını sınırlıyor, diğer yandan da toplumun büyük tehlikeler karşısında beka mücadelesi verdiği söylemini işlevselleştirerek hükümetin mobilizasyon yeteneğini artırıyor ve siyasi alanın kutuplaşmasını sağlıyor. Bu ortamın gelecek cumhurbaşkanlığı seçimi açısından avantajlı görüldüğünü ve devam etmesinin arzulandığını tahmin edebiliriz.
Sonuçta OHAL’in kalkması bir yana, özellikle devam etmesi için ‘maddi manevi’ bunca elverişli koşul varken ve niyet de o yönde iken OHAL’in şimdilik iki yıl daha sürmesi niye garip olsun ki!