Her yeni dönem o dönemin sorumluluğunu alacak kişiler için bir heves, enerji ve umut vesilesidir. Bu açıdan Erdoğan’ı yeniden AK Parti’nin başına geçiren kongrenin de olumlu ve iyimser bir beklenti yaratması doğal. Üstelik bu kez AK Parti liderinin elinde daha önce hiç olmayan bir yetki yoğunluğu var ve dolayısıyla hayallerini gerçekleştirmenin önünde neredeyse hiçbir engel bulunmuyor.
Referandumda kabul edilen yönetim sistemi cumhurbaşkanını her koşulda uyum gösterilmek zorunda kalınacak bir lider haline getiriyor. Hükümet, Meclis ve yargı cumhurbaşkanının olmasını istediği gibi davranmak durumunda… AK Parti kongresi bu durumu ‘içeriden mühürleyen’ bir işlev gördü. Erdoğan’ın parti başkanlığı tüm yönetimi tek bir kişinin iradesine ve tercihlerine kilitledi. Asgari demokratik mekanizmayı veri alırsak, şu an itibariyle Erdoğan’ın isteyebileceği ama sahip olmadığı hiçbir siyasi yetki kalmadı. Başarı için ilave hiçbir unsura ihtiyacı yok… Buna karşılık başarısızlık da tamamen kendisine ait olacak, öyle olmadığı nadir durumlarda bile o şekilde sunulup algılanacak.
***
Açıkçası bu çok yüksek bir risk seviyesini ifade ediyor. Demokratik ülkelerde siyasetçiler genelde üzerlerindeki riski, siyasi alanı genişleterek hafifletme yoluna giderler. Böylece esas risk almayı gerektiren durumlardaki kritik kararları, olabildiğince yıpranmamış olarak almak isterler. Ancak Erdoğan her konuda her şeyle bizzat ilgilenmek isteyen biri… Bunun anlamı önemli/önemsiz konu ayrımının ortadan kalkacağı bir sürece doğru gidilecek olmasıdır.
Dolayısıyla en ufak konudaki başarısızlığın bile tehdide dönüştüğü siyasi bir dönemden geçeceğiz. Erdoğan’ın bu süreçte bir zırha ihtiyacı var ve ne olduğunu kongredeki konuşmasından anlıyoruz: ‘Bitmesi beklenmemesi gereken’ iç ve dış tehditler. Konuşmanın ana çıkış noktası FETÖ/PKK tehdidiydi. Terör saldırısı altında resmedilen Türkiye’nin OHAL’den (belki hiçbir zaman)çıkmayacağını da bu vesile ile öğrenmiş olduk. Diğer deyişle Erdoğan’ın kendisine bulduğu zırh ‘zorunlu mücadelenin gereğini yapma’ diye tanımlanabilir. Bu yaklaşım cumhurbaşkanına sahip olduğu yetkilerin bile ötesine geçme, takdir hakkını kullanma kapısı açıyor.
Erdoğan bu zemin üzerinde parti teşkilatını sil baştan değiştirebileceğinin işaretini verdi. Artık parti kendi kadrolarını ve liderlerini üretmeyecek. Lider kendi kıstas ve tercihine göre partiyi ve kadroları belirleyecek. Böylece hem partiye kılcal damarlara kadar hakim olma yolu açılacak, hem de en ufak detay meseleler bile liderden geçecek.
Böyle bir sistemde gücü merkezde yoğunlaştırarak daha hızlı karar alabilir ve daha pragmatik olabilirsiniz. Ancak risk yükselir, partinin kurumsal derinliği azalır ve doğru karar alma yeteneğiniz zayıflar. Çünkü hızlı karar alıp uygulatabildiğinizde, aldığınız kararın zaten doğru olduğunu düşünme eğiliminde olursunuz.
***
Bu tablo bir ‘lider demokrasisi’ açısından gayet tutarlı… Ama sınavı kendi dışında, sahada, icraatta verilecek. Kişinin kendisini başarılı bulması önemli olmayacak. Toplumun o kişiyi başarılı bulması gerekiyor. Referandumda alınan mesaja ilişkin olarak Erdoğan kongrede “halkımız daha çok çalışın dedi” çıkarsamasını yaptı. Acaba konu çalışmanın yetersizliği miydi, yoksa yanlışlar içermesi mi?
AK Parti’nin bu ayrım üzerinde durması kendi menfaatine. ‘Nerede kalmıştık’ diyerek sanki son birkaç yılın sorumluları başkalarıymış intibaı verilmeye çalışılabilir. Ama aslında Erdoğan’ın güçlenmesi kesintisiz bir çizgi olarak yaşandı. Yeni bir dönem başlamıyor… Var olan çizgi gidebileceği sınıra kadar genişletildi. AK Partililer için asıl soru ‘nereye vardık’ olmalı.