Haziran 2015 seçiminden sonra ortaya çıkan koalisyon alternatifinin bugün yeniden konu edilmesi muhtemelen birçok okuyucu için çok anlamlı değil. Üstelik üzerinden silindir misali bir yıl geçmişken... AK Parti’de Genel Başkan değişikliği yaşanmış, Erdoğan’ın parti içindeki hakimiyeti tahkim olmuş ve Gülencilerin insanlığı hiçe sayan darbe girişimi ile karşılaşılmış…
Ancak o koalisyon gündemi özellikle bugün açısından çok önem taşıyor. Şimdilerde herkes yumuşamadan, dayanışmadan, millet olmaktan, Yenikapı ruhundan söz etmekte. Ne var ki bu atmosferin kalıcı olabilip bir kültüre dönüşmesi geçmişe bakışımızla, daha açık ifadeyle geçmişteki kendimize ne denli nesnel bakabildiğimizle bağlantılı. Eğer o döneme baktığımızda karşılıklı olarak hala aynı AK Parti ve CHP tahlillerini yapacaksak, buradan demokratik bir kültürün çıkmayacağını bilelim. Marifet başkalarının hatalarını, olumsuzluklarını ve Gülen’le bağlantılarını sayıp dökmek değil… Marifet bütün bunları kendin için yapabilmek.
***
Bu nedenle kullanacağım örnek de kendi gazetemden olacak. Hakan Arslan 20 Ağustos tarihli yazısında şöyle bir ibare kullandı: “Erdoğan’ın ve AK Parti’nin son 3-4 yıllık dönemde FETÖ’ye karşı nasıl bir mücadele verdiğini ve nasıl da yalnız bırakıldığını anlamazsak…” Şimdi kendimize soralım: Erdoğan ve AK Parti’yi yalnız bırakmaması gereken kimdi? Herhalde ABD, AB veya PKK değil. Tabii ki medya başta olmak üzere laik kesimin kuruluşları ve CHP idi. O zaman 2015 ortalarında, bugünden sadece bir yıl önce Erdoğan ve AK Parti bu koalisyonu niçin istemedi ve CHP’nin tıkanıklarının üzerine ‘yattı’? Eğer yalnız kalmaktan şikayetçi idi ise, yalnız kalmama şansı çıktığında niçin kullanmadı? Yok, eğer CHP’nin zaten Gülenci olduğunu düşünüyordu ise, yalnız kalmaktan niçin şikayetçi oldu? Veya yalnız kalmaktan bu denli mustarip idiyse, niçin Batıyı kendisine destekçi olacak noktaya çekmek üzere uğraşmadı?
***
Kendimizi aldatmayalım… İtiraf edelim ki Gülencilerin işi bu noktaya taşıyacağına ihtimal vermedik. Onlarla başa çıkabileceğimizi düşündük. Bu mücadele uğruna iktidarı paylaşma fikrinden hoşlanmadık. Çünkü güçlerini bilmemize rağmen kendilerini olabildiğince koruyup gizlemeleri çok daha akılcı gözüküyor ve bu da bize zaman kazandırıyordu. Ama diğer aktörlerin aklı bazen bizimkinden çok farklı çalışabiliyor.
Bugün yeni olanı inşa etmenin yolu ‘ötekini’ eleştirmekten geçmiyor. Bırakalım diğer cenahın eleştirisini de laik kimliği siyasallaştıranlar ve CHP’liler yapsın. Sonradan görme ve olma AK Partilileri de bir kenara bırakın… Bu harekete, hareketin tarihinden daha uzun bir zamandan bu yana destek veren ve Türkiye’nin dönüşümünde İslami muhafazakarların tarihsel bir rol oynayabileceğine inanan insanlar olarak AK Parti’ye ve yönetimine özgüvenle ve açık yüreklilikle bakalım. Kaçırılmış fırsatların üzerini örtmeyelim. Kendi zaaflarımızla yüzleşmek korkutmasın… Ki hem yeni fırsatlar oluştuğunda kaçırmayalım hem de artık bu fırsatları biz kendi elimizle üretebilelim. Sadece Türkiye’yi değil, Türkiye’nin siyasi kültürünü de değiştirelim ve bunun öncülüğünü yaparken savunmacı zayıflıkların esiri olmayalım.
***
Mesele CHP ile koalisyon yapıp yapmamak değil. O olay bir konjonktürel fırsattı ama aynı zamanda AK Parti’nin Türkiye’ye ve siyasete nasıl baktığı, ne denli özgüvenli olduğu ile ilgili bir göstergeydi. Türkiye’nin çok daha ‘sağlam’ bir iktidar partisine ihtiyacı var. Sorumluluğunu bilen, taşıyan, başkalarının üzerine atmayan ve başkalarını kendisine ortak kılabilen. Bu da kendimize bakarken gördüğümüzü söyleyebilme cesareti gerektiriyor.